Gözlerimi aralayıp karşımda oturan bedene baktığım da artık onunda neşesinin kalmadığını görebiliyordum. Masanın üzerine bıraktığı siyah kutuyu bana doğru usulca uzattığında tamamen kaşlarımı çatmış anlamaya çalışıyordum. "Daha fazla çileden çıkmadan önce versem iyi olur." Sesinde ki sakin ton daha çok arkasında gizlediği kırgınlığı haberlese de şimdilik onunda tabirlediği gibi çileden çıkmaya ramak kalan halimi biraz sonra patlarken görmeden hediyemi vermişti. İnişli çıkışlı duygularımla ben baş edemezken Özdemir büyük bir olgunlukla alışmış hatta her halime göğsünü açıp sarılmıştı. "Sağ ol." Boğazımdan aşağı acı bir tat süzülürken yutkunmamı yarıda kestim. Kutuyu elime aldığımda hiç bir şey hissetmiyordum çünkü iliklerime kadar sarsıntı yapan sinir krizinin eşiğindeydim ve tahmin edilir ki bu haldeyken aniden mutluluğa geçiş yapamazdım. 

Özdemir'e küçük bir bakış attıktan sonra parmaklarımı sıkıca bastırdığım kutunun kapağını açtım, küçük Hybrid Child figürleri tam ortada duruyordu. Severek izlediğim doğruydu hatta karakterlerinden oluşan bir koleksiyon yapma düşüncemde vardı amma velakin bu beni o kadar da heyecanlandırmamıştı, en yakınım olan kişiden beklentim çok daha başkaydı. Kutuyu masanın diğer tarafına kaydırıp bıraktım ve gözlerim karşımda bir şeyler dememi bekleyen adama olabildiğince geç ulaşmıştı. "Beğenmedin mi? Bunlar o izlediğin-"

"Bir önemi yok zaten sağ ol yine de." Yüzümden bin bir parça düşerken Özdemir'de ikinci kırgınlığını belli ettirmeden atlatmayı planlıyor gibiydi. Boş tabağımı alıp ayağı kalktığımda, boğazını temizlediğini duydum. "Üzgünüm, seversin sandım." Hızla önümü ona doğru döndüğümde tezgahın kenarına bıraktığım tabak kayıp lavabonun içine düştü.

"Bende üzgünüm! Bana daha anlamlı bir şey verebilirdin, bak etrafıma senden başka kimim var? Kimse yok." Tezgaha avucumun içiyle vurduğumda Özdemir istifini dahi bozmadan karşımda oturuyordu belki de nutku tutulmuştu bilemiyorum ama öylece yüzüme bakıyordu. "Bak, şuna bak bir öğrencim verdi anlamı olan bir şey işte anlıyor musun?" Bileğimde ki bilekliği koparırcasına çekiştiriyordum ve yukarı çektikçe demir ucu tenime batıyordu. 

"Önce gidip kendini değiştiriyorsun sonra değersiz bir şeyle geliyorsun karşıma." Ellerimi enseme atıp saç uçlarımı sıkarken Özdemir yerinden hızla kalkıp yanıma geldi. "Sakin kal Milhan, sorun yok kardeşim." Kolları hiç düşünmeden etrafıma sarıldığında bedenim titriyordu. Elleri, saçlarımı çektiğim ellerim üzerinde durduğu ve canım acımasın diye sakince ellerimi uzaklaştırdı. "Değişmedim, her şey olduğu gibi bak. Sen sıkma kendini Milhan."  Düşürdüğü ses tonunda olabildiğince beni yumuşatmaya yönelik konuşuyordu sonrasında sırtımda teselli sıvazlaması vardı. Elimi omuzuna koyup aramızda ki mesafeyi açtığımda hiç beklemeden kulağında ki küpesini çıkarttığı gibi çöp kutusuna koydu. Yanından gideceğim vakit kollarımdan tutup engel oldu. "Şşt, nereye? İyi misin?"

"İyiyim sadece başım ağrıyor." Bu defa engel olmasına fırsat vermeden ondan uzaklaştım, mutfağımın dahi hiç bir köşesine bakmak istemiyordum sadece adımlarımı olabildiğince hızlandırıp salona geçtim kafamın içinde karıncalanma vardı ve ben içten içe üşüyordum. Bedenimi koltuğa attığımda bir kaç saniye sonra hemen yanımdaki boş kısma oturmuştu. Dizlerine yasladığı dirseklerini ileri doğru usulca itip ellerini birleştirdi ve bu süreçte bana bakmaması en iyisiydi. Tırnaklarımı yemeye başladığımda da evimin içinde boğuk uğultu devam etti. "Sana ne oluyor Milhan?" Bir an kafasını çevirip yüzüme bakacaktı ama vazgeçip yeri izledi. Cümlelerini büyük bir çabayla ayrıştırıyor gibiydi çünkü kurduğu son cümlenin üzerinden bir süre geçmişti. Koltuğun başına çenemi yaslayıp gözlerimi kapattım.

𝚅𝙴𝚁𝙸̇𝚃𝙰𝚂Où les histoires vivent. Découvrez maintenant