IVV10

61 16 5
                                    



Gün sakin, küçük bir tonla lütuflandırılmalı. Kar, soğukluğuna rağmen naifce yer yüzüne iniyor. Kuşlar, gökyüzünde gölgeli uçuşunu titreyerek yapıyor. Sokağımda tek bir insanoğlu yok. Duyduğum ses yalnızca dışardaki rüzgarın uğultusuna eşlik eden çaydanlığımın kaynayan sesiydi. "İtiraf et senin de gözün alıştı bana." Öylesine yok görmüştüm ki varlığını ancak konuştuğu zaman tenezzül edip o yüzünden düşürmediği gülümsemesine baktım. Önünde defteriyle kalemi sessizce oturup hiç konuşmadığında gerçekten daha katlanılabilirdi.

"İş birliğimiz sona erdiğinde kesinlikle bir daha görmek istemiyorum seni." Gözümü dahi kırpmadan açık ve net bir şekilde konuştuğumda çoktan kafasını eğmiş yazı yazmaya dönmüştü. İnsanda yıpranmışta olsa biraz gurur olurdu. Nasıl bir vurdum duymazlıktır bu?

"Pazartesi günü tablolarımı göreceksin." Kalemin başını dudağının kenarın bastırıp kehribarlarını parlatarak gözlerime baktı. "Çağdaş'la konuştum, normalde yarışmaya çok az bir süre kaldığı için başvurularla birlikte verilmiş tabloları sahipleri göremiyormuş." Tık, tık. Kalemin başını tenine bastırıp iki kez açıp kapadı. "Bize geri verecekler, tabloları tamamlarız o ara." Kaşlarım kavislenirken dik dik yüzüne baktım.

"Nasıl bir kuralsızlıktır bu? O yarışmaya öğrencilerim hatta ülkenin bir çok yerinden ne umutla," Kafasını deli gibi sağa sola salladığında şaşkınlığımı gizleyemedim ve sustum. Ne diyeceğimi unuttum o an. Konuşmam kesildiğinde de kafasını sallamayı durdurdu, kalemin başı şimdi masanın üzerine yaslıydı. Tık, tık.

"Yapma Allah aşkına. Bak zaten gerginim senin bu kuralcı halin karşısında dik duramam. Benim için- belki de dünyada ilk defa- bir iyilik yapacaksın şunu burnumdan getirme." Tek kaşımı kaldırmış beni, bana sitemleyen cümlelerini dinlemeye devam ettim. Minnet duygusundan dahi yoksundu. Fincanıma değişiklik olsun diye çay doldurduğum bu günde alışmaya başladığım yüzün sahibine bakmak bir nevi alt üst etse de beni, umursamamaya çalışıp çayımı dudaklarımda ılıtarak içtim. Şükredeceğim sessizlik ortamı kapladığında, yine varlığını unutturacak adamın olduğu yere döndüm. Zaten iç içe geçmiş saçlarına parmak darbeleriyle karıştırıyor, gözleri yazdığı satırın üzerinde hızla kayıyordu. Düşünceliydi. Onunda zihninde oluşan örümcek ağlarında iletişim sıkıntısı vardı.

"Ne yazıyorsun?" Boğazımı temizledim ve hafiften eğilip yazdığını görmeye çalıştım lakin, silgi tozlarıyla - ki onları birleştirsek ayriyeten başka silgi oluşurdu- sayfanın üzeri tamamen kapanmıştı.

"Merak etmediğini biliyorum, neden soruyorsun?" Dedi, mantıklı geldiğini düşündüğü kelimeyi yazdığı yerden hunharca silerken. İç çektim ve pencereden dışarı baktım. Aslında göründüğü gibi boş vaktim yok; Moonport için öğrencilerimde aldığım formları dosyalaştırmalıydım. Yarın ki dersin konusunu da ayarlamalıydım. Tamamlamam gereken eksik çizimlerimde cabasıydı. Lakin mutfak masamda Vefa'yla karşılıklı oturmuş yararsız bir vakit geçiriyordum.

"Kaç saat oldu adam akıllı bir şey yazamadın mı hâlâ?" Kafasını kaldırıp yüzüme baktığında dudak kenarında oluşturduğu kıvrımı, söylediklerimi pek umursamıyor havasındaydı. "O kadar kolay değil. Hem sen, beş dakikada resim yapabilir misin?" Ellerimi birbirine kenetleyip tamamen ona döndüm ve anlamsız kıyaslamasına daha fazla dayanamayıp kafamı olumsuz anlamda salladım. Tam ağzımı açıp konuşacağım sıra işaret parmağını yukarı kaldırdığı neredeyse ses tonuma kadar taklit ederek, 

"İkisi aynı şey değil Vefa, biri zaman alır biri anda gerçekleşir. Okumak başka, görmek başka." Beni dumura uğratacak kıkırtısını da araya kattığında da fal taşı gibi açılmıştı gözlerim. Yine konuşacaktım ki izin vermeden.  "Şiirlerin duygusu kısıtlıdır teması neyse herkes onu hisseder. Amma velakin tablolar uçsuz bucaksız duygulara kaptırır insanları." Ve bir başka gülme krizi. Boğazıma kadar kızardığımı hissettim. Hangi cüretle benim cümlelerimi alay konusu ederdi?

𝚅𝙴𝚁𝙸̇𝚃𝙰𝚂Where stories live. Discover now