Parka Yolculuk

39 8 2
                                    



Kahramanımız yemekten sonra uyumuş, uykusunu almış, uyanırken kollarını iki yana açarak iyice gerinmiş, odasına bakmıştı. Odasında her şeyin yerli yerinde olduğunu gören kahramanımız tekrar gözlerini kapayıp bir kaç dakika yatağın üzerinde uzanmıştı. Birden o çok sevdiği sarı sarı kedisi aklında bitmişti. Kahramanımızın şu anda bir kediyi düşünmeyi hiç istemiyor, onunla uğraşmak, tüylerini okşayıp oyun oynamak için harcanacak süreyi kastediyorum, vaktini hiç hesaba katmamıştı. Bugün doğruca parka gitmeli çoktandır görmediği, konuşmadığından ötürü hasret kaldığı kızı beklemeliydi. Üç gün önce bugüne sözleşmişlerdi. Geç kalmayı asla kendine yediremezdi. Hatta saat üçteki randevuya oldukça erken bir saatte saat bire gelmeden gidecek onu bekleyecekti.

Gelişimle beraber henüz bankalar yeni kapanmış, banka memurları parkın yakınındaki lokantalara yeni yeni doluşmaya başlamıştı. Banklardan birine oturup bekledim. Telefonumu çıkarıp sosyal medyada paylaşılan fotoğraflara günü birlik paylaşılan hikayelere göz attım. O mor halkaların varlığı beni delirtiyordu. Üzerlerine tıklamamak için kendimi alıkoyamıyordum. Nasıl bir bağımlılıktı bu? Henüz cevap verecek kadar üzerinde düşünmediğim için bir şeyler söylemek oldukça zor. Telefonu elimden bıraktığımda lokantalardan çıkan bir kaç banka memuru parka gelip oturmaya başladılar. Yemekleri bitmiş hava almaya çıkmışlardı. Yanlarından uzaklaşmak için telefon elimde ve gözlerim telefon üzerinde yürüyerek ilerledim. Onların en uzağındaki kuytu köşede duran daha doğrusu ayaklarıyla yere sabitlenmiş olduğu için hareket edemeyen banka oturdum.

Onu iki saat beklemek oldukça zor ve meşakkatli olacaktı. Biliyordum. Zamanından geç gelecekti çünkü beni bekletmeyi severdi. Zaten bu mesele üzerinden sık sık kavga eder. Onun bu umursamazlığına çıldırır, sessiz kalamazdım. Yoldan geçenlere bakmaya dalmışken aralarından biri o koca burnuyla dikkatimi epeyce meşgul etti. Hiçbir şekilde burun denmeyecek türden bir biçimde yamuk yağlı bu yarı et yarı kıkırdak parçası sanki yüzüne yapıştırılmış olan kişiyle beraber beni eski yıllara, lisedeki arkadaşım Tahsin'inle geçirdiğimiz zamanlara itecekti. Ne çok anımız vardı onunla. Eğer üniversite için Erzurum'a gitmemiş olsaydı daha ne anılarda birikirdi aramızda sallanan altı çatlamış dostluk sepetinde.

Bu sepetin altının çatlaması benim suçumdu. Ben bırakmış bilakis hırsla yere çalmıştım. O ne kadar tutmaya çalışsa da sepetimiz yere bir taş gibi çarpıp altından çatlamıştı. Tahsin ne yapsa kaldıramadı ya sepeti zaten bu sepetler insanın tek başına kaldıracağı türden sepetler değildi. İnsan bu sepeti ya bir dostuyla taşırdı yahut ayak bağı olmasın diye olduğu yerde bırakırdı. Ben o zamanlar Tahsin'in bin bir ricası, "Vallahi yanlış anladın" laflarıyla bu sepetin diğer ucundan tutmuş taşımaya devam etmiştim. Ertesinde iki yıl geçmiş Tahsin bu sepeti bize kibarca bir kenara bıraktırdı.

Bunları düşünen kahramanımız saatin iki olduğunu fark etmedi bile. Henüz fark etmemişken başka anılara beklediği kişiyle geçen zamanlara daldı. Erken gelmesindeki niyet geri dönmek üzerine düşünmek içindi. İnsan en çok kapıya doğru yürürken değil, bir kapının eşiğindeyken geri dönmek ister . Bu eşikte kahramanımızın o kadar tecrübesi vardı ki en hayırlısının uzunca bir süre bu eşikte beklemek olduğu kanısına vardı. Tek başına bu eşikte kimse onu içeri ya da dışarı itemez yanına çekemez. En kestirme anlamıyla müdahale edemezdi.

İç muhakemeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin