"Neredeydin Jungkook?" diyerek diğerlerini tamamen es geçti ve Jungkook'a kızdı kral Chin-Hwa.

"Hyunglarım ile kılıç dersinden geliyorum, majesteleri." diye yarım ağız mırıldandı Jungkook ve tam Yoongi'nin yanındaki boşluğa ilerledi.

Kral tekrar Jungkook'u "Prensesin yanına otur, Jungkook." diye ikaz etti.

O an, Jungkook'un aklına yeni burada olduğum gelmiş olacak ki şaşkın bakışlarla bana döndü ve ben de ona baktığım için göz göze geldik. Gözlerini ilk kaçıran o oldu ve sandalyesini geriye doğru hafifçe ittirerek yanıma geldi. Ardından yanı başımdaki sandalyeye sessizce oturdu.

Kalbim sanki hiç hızlı atmıyormuş gibi daha da hızlandı. On üç yaşından önce yanı başıma bir başka erkek elbette oturmuş olabilirdi fakat genç kız olarak yanıma ağabeyimden sonra oturan ilk erkek oydu ve ben şu an kalbimin hızlı atışını buna yoruyordum. Ayrıca o bir erkekti ve karşı cinsin beni etkileme olasılığı da büyük bir ihtimâldi.

"Roséanne," diyerek ismimi kendi aksanıyla bütünleştiren krala döndüm. "İsmini telaffuz etmek gerçekten zor." dedi yanlış telaffuz ettiğini fark ederek.

Hafifçe güldüm ve "Genelde Rosie derler, daha kolay efendim." dediğimde kral başını salladı ve "Pekâlâ, Rosie. Senin ve güzel leydilerin için bugün mutfağa Conall tarzı yemek yapmalarını rica ettik." dediğinde gözlerimin parladığını hissediyordum. "Ve umarım güzel yapabilmişlerdir çünkü bu bizim ilk defa Conall yemeklerini tadışımız olacak."

"Teşekkürler majesteleri çok incesiniz." dedim. Hizmetliler ellerinde en sevdiğim yemek olan Paella*'yı masaya getirdiğinde gözlerimden âdeta kalpler fırladığını hissedebiliyordum. Paella masalara konulunca görünüşü yüzünden tuhaf karşılandığını hissettim fakat onları umursamadan direk yemeği kaşıklayacak durumdaydım.

"Bize yemekleri tanıt lütfen, Rosie. Oldukça yabancıyız."

"Açıkçası bu ülkemizde güneyin en uzak yerlerinde meşhurdur. İsmi Paella. Valencia pirinci ile yapılır ve deniz ürünleri kullanılır. Açıkça söylemek gerekirse benim favorimdir," diyerek gülümsedim. Üzerimdeki bakışları hissediyordum ve bu beni biraz utandırmıştı.

Yemeğin geri kalanı kralın bana yemekler hakkındaki soruları ile geçmişti. Yemekler bittikten sonra kraliyet müzikçileri gelmiş ve masalar kaldırıldıktan sonra eğlence başlamıştı. Ben elimde Senga'ya özgü soju* ile prenslerin eşleriyle konuşuyordum.

Hepsi çok tatlı kızlardı fakat sadece Seok Jin'in eşi olan Jisoo'nun kız kardeşi So-Yeon'un bakışlarından hiç hoşlanmamıştım.

Yine de çok takmamış ve keyifli sohbetin tadını çıkarmaya başlamıştım.

"Efendim, kral sizi çağırıyor." diyerek yanıma gelen kadını başımla onayladım ve müsaade isteyerek kızlarından yanından ayrıldım. Kral koca salonun uç tarafında Jungkook ve annesi Mina ile konuşuyordu.

Ne için çağırdığını anlamıştım. Senga'da evlenecek kraliyet ailesi mensuplarının birkaç kere bahçe yürüşü yapıp kendini tanıması, ardından Soo diyerek adlandırılan bir bahçede düğünden önce küçük bir yemin etmeleri gerekiyordu.

"Majesteleri," diyerek Chin-Hwa'nın önünde eğildiğimde Jeon Mina da aynı şekilde bana karşı küçük bir reverans yaptı. Aramızda yıllar vardı fakat unvan buydu işte. O, Senga Kralı Chin-Hwa'nın 5. eşi ve metresi bir leydiyken, ben bir prensestim.

"Hava karanlık fakat bahçemiz aydınlatıldı. Nişanlınız ve sizin ilk günde bahçede konuşmanız bir Senga adetidir. Arkanızdan Leydi Mina, Leydi Joo-hyun ve elçi Malcolm size eşlik edecektir." dediğinde başımla onayladım ve özellikle Jungkook'a bakmamaya çalıştım. Çünkü bakarsam ne yapacağımı bilemiyordum.

Kralın yanından ayrıldım ve elçi Malcolm ile bahçeye indim. Jungkook, annesi ve kralın annesi leydi Joo-hyun bizi bekliyordu.

Yanlarına geldiğimizde Jungkook, "Lütfen." dedi ve elini uzatarak önden gitmemiz için yol tanımış oldu. Öne doğru ilerledim ve o da yanımdan ilerledi.

Birkaç saniye gergin bir sessizlik oldu fakat Jungkook öksürerek bir atak yaptı: "Yolculuğunuz nasıl geçti, prenses?"

"Lütfen Rosie de ve oldukça yağmur yağsa da çok yorucu bir yolculuk değildi." diyerek olabildiğince cümlelerimi uzun tutmaya çalıştım.

"Pekâlâ, Rosie." dedi ve gergince güldü. "Açıkçası şu an oldukça gerginim." dediğinde önüme bakmaktansa bakışlarımı yüzünde çevirdim ve hafifçe gülerek "Ben de öyleyim." dedim.

"Ve ne yapmam gerektiğini ne söylemem gerektiğini bilmiyorum." diyerek elini saçlarına daldırdı. "Hiç tanımadığım, konuşmadığım, görmediğim biriyle evlenecek olmak çok tuhaf."

"Öyle fakat ben buna alıştım." dediğimde şaşkınlıkla bana baktı. "Yani şöyle demek istedim, doğduğum andan beri bana bunu aşıladılar. Örneğin Senga ile ilgili çok fazla eğitim aldım, çok fazla kitap okudum, geleneklerinize alışmaya çalıştım." dediğimde "Senin için zor olmuş olmalı." dedi. Hâlâ oldukça şaşkın görünüyordu ve bu beni ondan daha şaşkın bir duruma sürüklüyordu.

"Sana hiç böyle baskılar kurmadılar mı?" diye sorduğumda duraksamıştım. Eğer yapmadılarsa gerçekten sinirlenecektim. Kilitli kaldığım o odalar, uzaklaştırılmaya çalıştığım ortamlar, Senga dilini öğrenemedikçe ağladığım, azarlandığım dakikaların yanı sıra eğer Catherine'in dediği gibi o baloları bizzat Jeon Jungkook düzenlerse sinirden orta yerimden çatlardım.

"Açıkçası hayır." dediğinde kan beynime sıçramıştı bile. "Sadece bir eşim olacaktı o kadar."

Sadece bir eşim olacaktı o kadar.

Gerçekten mi Jeon Jungkook? Ben her gün daha iyi bir eş olabilmek için çabalarken sonuç bu muydu yani?

"Anladım." diyerek biraz öfkeyle soludum. "Sana iyi geceler." dedim ve yanından hızla ayrılarak arkamı döndüm ve arkamdan seslenen elçiyi umursamadan sarayın merdivenlerini tırmandım.

Balo düzenleyip düzenlemediğini, kızlarla düşüp kalkmış mısın hepsini öğreneceğim Jeon Jungkook ve ant içiyorum hepsi yaşandıysa sana Conall işkenceleri yapacağım. 

Paella: İspanya'ya ait bir tür yemek.

Soju: Kore'nin yerli damıtılmış içeceğidir.

a queen and her tearsजहाँ कहानियाँ रहती हैं। अभी खोजें