Ana Dilim Aşk 2 ❤ 29

Start from the beginning
                                    

Odadan çıkıp merdivenlerden üçer beşer indim. Gençliğimdeki gibi. Sanki annem birazdan aşağıda belirecek ve yavaş olmamı söyleyecekti. Onun yerine elindeki tepsi ile yoluma çıkan kadın "Ertan Bey," dedi dehşetle. Sendelemesiyle kahveyi hafifçe döktü. "İyi misiniz?" Sabırsızca "Nerede?" diye sorduğumda salonu işaret etti. Şaşkındı. Beni ilk kez böylesine canlı görüyordu. "İzninizle kahveyi tekrar yapacağım efendim. Sizde içer misiniz?"

"Yarım şekerli türk kahvesi mi?"

Kadın bu ayrıntıyı bilmeme daha da şaşırmıştı. Başını onaylarcasına sallaması içimde yeşermeye çalışan filizleri nasıl büyütüyordu. "Aynısından bana da yap." Salona doğru ilerlerken bir anda durup kadına döndüm. "Ve kimsenin de bizi rahatsız etmesine izin verme." Tekrar yürümeye başladığımda yokuş aşağı koşan bir çocuk gibiydim. Heyecan doluydum. Biraz da düşecekmişim korkusuna esirdim.

Salona inen birkaç basamağa gelmemle duraksadım. Duvardaki tabloları inceleyen kadının, bu evde tekrar nefes alması...

Bu bir rüya olabilir miydi?

"Hoş geldiniz."

Ebru gözlerini bana doğru kaydırırken oturduğu koltuktan ayaklandı. Heyecanımı baltalayan bakışlar yüzümü tarıyordu. Gözleri o kadar ıssızdı ki, tüm duygular onu terk etmiş gibiydi. Hala yabancıydı bana ama sanki bu duyguya direniyordu. Yüzümde, gözlerimde aradığı bir şey vardı. "Hoş bulduk." Sesinde hiçbir vurgu yoktu. Düşüncelerim karman çorman olmadan önce otokontrolümü elimde tutmaya çalıştım. Önce ne olduğunu anlamalıydım. Sonra ne düşüneceksem düşünürdüm.

Basamakları indim. Tokalaşmak için elimi uzatarak ona doğru yürüdüm. "Ebru'ydu değil mi?" Bu bir oyunsa, beni tanımamak kolayına geliyorsa, onun yolundan gidecektim. Elimi sıktı. Düne nazaran daha sıcak bir temastı bu. "Evet. Nasılsınız?" İlk kez tanışma işini çok profesyonel gerçekleştiriyordu. Umutlanmamak adına teması ilk kesen ben oldum. Koltuğa tekrar oturmasını işaret ederek "İyiyim teşekkürler. Siz? Buyurun lütfen" dedim. Ebru kalktığı yere yavaşça otururken teşekkür etti ama iyi olup olmadığını söylemedi. İyi gibi de görünmüyordu. Bir boşluk vardı bakışlarında... Yüzünü rahatça görebileceğim bir yere geçtim.

"Burada olmanızı neye borçluyum? Açıkçası evimi bildiğinizi bilmiyordum."

"Bilmiyordum."

Sesini kontrol edememiş gibi yüksek sesle söylemişti bunu. Stresli gibiydi. "Ben size bir şey sormak istiyordum," derken sesi daha kontrollüydü. Ne soracağını merak ederek "Tabi buyurun. Dinliyorum," dedim. Zihnim saniyeler içinde milyonlarca soruyu ardı ardına sıraladı. Fakat "Biz tanışıyor muyuz?" sorusu bunlardan biri değildi.

"Anlamadım?"

"Pardon damdan düşer gibi oldu-"

"Yo, yo... Sorun değil."

Ebru stresli bir tebessümle sustu. O an fark ettiğim ayrıntıyı nasıl gözden kaçırmıştım. Beni unutmamıştı. Hatırlamıyordu. "Ben seneler önce bir kaza geçirdim ve geçmişime dair hiçbir şey hatırlamıyorum. Tedavi görüyorum ama birkaç ay önceye kadar hiçbir sonuç alamamıştım. Dün sizi gördüğümde-" Kahvelerin gelmesiyle konuşmasına ara verdi. "Teşekkür ederim." Kahveleri dikkatli bir şekilde ikram eden kadın, salondan hızlıca çıktı. Ebru kahvesinden önce bir yudum su aldı.

"Biraz boğazım kurudu da."

Başımı anladığımı belli edercesine salladım. Tekrar bir yudum su içip bardağı sehpanın üzerine yavaşça bıraktı. "Simanız çok tanıdık geliyor."

"Haberlerden olabilir mi?"

Başını hayır anlamında salladı. "Büyükelçiliğinizle alakalı bir tanıdıklık değil bu. Bakışlarınız, özellikle bana olan bakışınız-" Gözlerini on beş saniye veya daha fazla kapalı tuttu. Ve böyle bir konuşmanın ortasında on beş saniye çok ama çok uzun bir zamandı. Sonunda gözlerimi açtığında bana çözemediğim bir ifadeyle bakıyordu. Kafası karışmış gibiydi..Derin bir nefes alıp yanaklarını şişirerek bıraktı. "Saçmaladığımı düşünüyorsunuz değil mi?"

"Hayır."

Gözlerimin içine uzun uzun baktı. İçime içime işleyen bakışları, kaygı doluydu. "Yine öyle hissediyorum," diye fısıldadı. "Sanki göğsümün altında bir kuş var. Kanat çırpıyor. Çırptıkça oluşturduğu rüzgar beni serinletmek yerine daha çok yakıyor." Benzetmeleri hala şiirseldi. O yüzden şair olmuştum ya ona. Gülümsedim. Eski o değildi, yenisi de olamamıştı işte...

"Dünde böyle hissettim. Anlam veremedim. Tüm gün düşündüm. İşin içinden çıkamadım. Sizinle tekrar konuşmadan da çıkabileceğimi sanmıyordum. Adresinizi çok aradım ama güvenlik nedeniyle hiçbir yerde bulamadım." Sesi çatallaşmaya başladı. Boğazının tekrar kuruduğunu düşündüm. Soğumakta olan kahvesini içmesini rica ettim. Kırmadı. Konuşmasına, birkaç yudum almak için ara verdi.

"Şimdi nasıl bulduğumu sorguluyorsunuzdur."

"Merak ediyorum evet."

"Sizden önce, arada sırada, kendimi bu evin karşısında buluyordum. Hiç kapıyı çalmadım ama ayaklarım beklemediğim anlarda hep beni buraya getirdi. Dün öyle hissedince... Bilmiyorum şansımı denemek istedim sanırım."

Ailemle yaşadığım, ona en çok acıyı veren evi neden olduğunu bilmese de anımsıyordu. Tıpkı beni hissettiği gibi. Konuşmanın başında söylediği ayrıntı aklıma gelince "Birkaç ay önceye kadar demiştin," dedim. "Birkaç ay önce bir şeyler mi hatırladın?"

Başını onaylarcasına salladı. "Hatırlamak denmez ama dün sizi ilk gördüğüm anki hislere yakın bir duyguydu." Hafifçe kaşlarımı çattım. "Bir öğrencim. Yani Serkan'ın öğrencisiyle ilk karşılaştığım andan bahsediyorum."

"Eflal," diye sayıkladım. Ebru bu detayı bilmeme şaşırmış gibi "Evet o. Tanıyor musunuz?" diye sordu. Gözleri, hayat göz bebeklerinde toplanmış gibi canlı bir umutla doldu. Benim gözlerimde ise acı vardı. Nasıl bizi unuttuğunu, umursamadığını düşünmüştüm. Nasıl bunu sevdiğime kondurabilmiştim... "Kızım," dediğimde hafifçe kaşları çatıldı. "İki kızım var. Biri Eflal. Diğerinin adı Efsa."

"Allah bağışlasın."

Sanki yüzü burada gözleri bilinmez bir diyarda dolaşıyordu. "Ebru," diye seslenerek şu ana dönmesine yardım ettim. "İyi misin?" Başını bilmiyorum der gibi salladı. "Sizin kızınız bana neden öyle bir duygu hissettirdi, anlamıyorum." Hiçbir şey hatırlamayan birine her şeyi anlatmaya nereden başlamalıydım?

"Çünkü o sadece benim kızım değil."

Ebru daha da allak bullak olmuş bir şekilde dudaklarını kıpırdatmıştı ki çok tanıdık bir ses salona daldı. "Baba!" Efsa'nın şaşkın, bir o kadar da sorgulayan bakışları Ebru ile aramda mekik dokuyordu. Açıklama yapma ihtiyacı hissederken arkasında gördüğüm kız, aynı şekilde benimde onlara bakmama neden oldu. "Eflal!" Öfkeli gibi duran kızın gözlerine anlık misafir ettiği şaşkınlık yanımdaki kadının üzerinde dolaşıyordu.

"Ebru Hocam?"

"Merhaba Eflal."

"Baba?"

"Kızım."

Herkes birbirine seslendikten sonra "Sanırım yanlış zamanda geldik," diyen kızıma döndüm. Hem heyecanlı, hem meraklı, hem de şaşkın görünüyordu. Gözlerini Ebru'dan ayıramazken, yüzünde oluşan o tarifsiz gülüş, ilk kez şahit olduğum bir şeydi. Neden burada olduklarını çok iyi bildiğim için "Aslında zamanlamayı daha iyi ayarlayamazdın kızım," dedim. Merakın baskın geldiği bakışları benim üzerime çevrildi. Eflal'in öfkesini ve Ebru'nun şaşkınlığını da üzerimde hissettiğim an "Konuşmaya başlamadan önce sizleri tanıştırayım," dedim ve bundan sonraki hayatımızı köklü olarak değiştirecek iki kelimeyi yan yana getirdim.

"Anneniz, Ebru."

                                                             DEVAM EDECEK...

ANA DİLİM AŞK 1-2 (TAMAMLANDI)Where stories live. Discover now