''Biraz daha turlayalım. Kafeye otururuz.'' dediğimde onay verip benimle başka bir sokağa sürmeye başladı bisikletini. Tempoyu biraz yavaşlatıp sohbet edebileceğimiz bir konuma getirdik.

''Kamer seni ne zaman dışarıya çıkaracaktı?'' Kol saatime bakıp bir süre düşündüm.

''Akşam dokuza doğru. Mersa sen beni nereye götüreceğini biliyor musun? Doğum günüm için bir plan yapıyor olabilir mi?''

''Hayır kuzum. Biz doğum günün için toplu bir plan yaptık zaten ve daha iki hafta var doğum gününe.'' Başımı sallayıp yolu gözlemlerken merakıma engel olmakta güçlük çektim. Gerçekten nereye götürecekti? Ne için götürecekti? Arkadaşlarımızın bile bilmediği ne planlamış olabilirdi ki?

  Rüzgar ılık bir şekilde esmeye devam ederken iki elimi de bisikletten çekip havaya kaldırdım. Neşeyle kahkaha attığım sırada Mersa'da bana bakıp başını iki yana salladı. Ardından o da kollarını havaya kaldırıp kahkaha atmaya başladı. Tam da şu an zaman durabilirdi. Mutluluğumu kendime bile ifade ederken bu kadar şaşkın kalıyorsam inanın sonsuza dek bu anda kalsam kalp krizinden ölebilirdim.

Bisikletlerimizi kafenin önüne park edip içeriye girdik. Burası şirin tabureleri olan nezih bir kafeydi. El yapımı limonatasını içmek için bütün yaz gelebilirdim buraya. Atmosferi yeni besteler yapmaya, yeni mısralar yazmaya teşvik ediyordu insanı. Böyle güzel mekanlar görmeyeli uzun zaman olmuştu açıkçası. Her yer insan kalabalığından oluşuyordu İstanbul'da. Belki yazlığa da giderdik bizimkileri toplayıp birkaç haftaya. Kim bilir?

Köşe bir yere yerleşirken sırt çantamı yere bıraktım. Menüye bakma gereği bile duymadan limonatalarımızı söylerken masanın üstüne çıkarıp bıraktım telefonumu. Mersa'ya baktığımda harıl harıl mesajlaştığını görünce sırıttım.

''Vay be. Ne kadar da çok konuşuyorsunuz siz öyle. Çağırsaydın da Barut da gelseydi.'' dediğimde omuz silkip telefonu masanın üzerine bıraktı. Elini yumruk yapıp çenesine yaslarken göz devirdi.

''Baş başa buluşalım istedim iki gözüm. Neden onu da çağırsaydım ki?'' Sırıttım.

''Çünkü benimle ilgileniyorsun değil mi limanım? Dışarıya çıktığımızdan beri mesajlaştığın yok yani.'' Kenarda duran pipetlerden mor olanını alıp koluma vurduğunda sırıtmam genişledi. Onu böylesine mutlu ve tekrardan bir aşka, hayata bağlı olduğunu görmek içimde amansız bir hastalığın tedavisini bulmuşçasına sevinç yeşertiyordu.

''Söz bıraktım bak telefonu.'' Bana da mavi bir pipet uzattığı sırada siparişlerimiz geldi. Pipetimi plastik poşetinden çıkartıp bardağa koydum ve birkaç yudum aldım limonatadan. Gerçekten şu tadı daha önce içtiğim hiçbir limonatadan almadığıma yemin edebilirdim.

''Akşam neler olduğunu bana mutlaka anlat. Sen geç dönersen eve erken uyursun. Ben sabah kahvaltıya gelirim. Beste'yi de özledim zaten.'' dediğinde başımla onayladım. Geç gelirsem uyuyakalacağımdan emindim. Muhtemelen baş başa kalalım diye böyle bir plan yapmıştı. Benden hediye aldığı beyaz elbiseyi giymemi istedi dün. Uzun ve tam yazlık denebilecek bir elbiseydi.

Beyaz rengi sevdiğimi biliyordu, onu sevdiğimi bildiği gibi.

''Kahvaltı eder gün boyu dizi izleriz beraber. Evde canım sıkılıyor benim de. Kışın gezme kotamın hepsini dolduruyorum sanırım.'' dediğimde hak verircesine güldü. Neden böyle oluyordu bilmiyorum ama sürekli gezen bir insan olarak yaz geldiğinde evden çok zor çıkıyordum.

''Soğuğun insanıyız biz iki gözüm. Soğuğun insanı.''

Limonatalarımızı bitirdikten sonra kafeden çıkıp bisikletlerimize bindik. Öncesinde kardeşime pasta almayı unutmadım. Poşeti bisiklet direksiyonuna asıp eve doğru sürmeye başladım. Mersa kendi evine giderken yanaşıp onu öptüm ve arkasından bir süre baktım. Ardından kendim de eve girip pastayı dolaba bıraktım. Yemek hazırlayan annemi yanağından öptüm.

SOĞUĞUN YANGINI Where stories live. Discover now