HEKİM VE HASTA ADAM

11 0 0
                                    


Aphrodite(Nisan) ayı , Merv


Kervan, haftalar süren yolculuğunun ardından nihayet Merv'e ulaştığında, tüccarlar yorgun ama mutlu bir günü bitirmenin eşiğindeydi. Güneş batmaya yakın şehre ulaştıklarından, geceyi yine mallarının yanında ya da güvendikleri insanların hanelerinde geçireceklerdi. Abad, yolculuk boyu ailesiyle kavuşma anını hayal ettiğinden, sabah olmasını beklemeden atını evine sürdü. Abad'ın yaşadığı konak, sahibi öldükten sonra ailesiyle kendi kalmaya başlamıştı, şehrin biraz dışında katalpa ağaçlarının hakim olduğu ulu tepenin yamacındaydı. Uzunca bir süre tek katlı, samanla yoğrulup kurumuş balçıklarla yapılan evlerin arasında yol aldıktan sonra hayal meyal anımsadığı evi gözünün önünde belirmişti. Ayaklarından başlayan titreme vücuduna yayılırken, adım adım konağa yaklaşıyordu. Heyecandan kalbinin sesi kulağında yankılanıyor, buz gibi hissettiği kanı damarlarında sürat alıp vücudunu dört dönüyordu. Arkası ormanla önü geniş topraklarla çevrili olan konak, yanındaki büyük ahırla şehrin en göze çarpan noktasıydı; ya da Abad şu an öyle görmek istiyordu. Atından inip konağı koruyan adamlara göz attı. Bu insanları hayatında ilk kez görüyordu. Sahip Kapgan'ın, kendisinin bilmediği hiçbir tanıdığı yoktu, etrafındaki insanları sadece bildiklerinden oluştururdu. Kendisi alıkoyulmadan önce konağı koruyanlar bunlar değildi ve görünüşleri de pek buralardan gözükmüyordu.

Abad kendisini tanıtmak için adamlara yanaştı:

"Akşamınız güzel olsun dostlar."

Yanlarına gelen adamı süzüp ayağa kalkan tutmalar cevap vermeye hazırlanırken, elindeki süt kovasıyla ağıl kapısından çıkan kadın da dikkatini Abad'a vermiş, niyetini merak ediyordu. Tutmalardan bodur ve tıknaz olan konuştu:

"Var olasın yolcu, hayırdır ne ararsın yol düşmez bu muhitte?"

"Burası benim evimdir dostlar. Ben Abad, Kapgan beyin oğluyum. Siz beni tanımazsınız, ben burada yokken tutulmuşsunuz. Bir iş için yıl oldu evime dönemedim. Yol verin de daha fazla karımla oğlumu bekletmeyim."

Duydukları karşısında tepki vermeyen iki adam Abad'ı şaşırtmıştı. Süt kovasıyla konağa giren kadın da kendisini pek umursamış gibi görünmüyordu. Nasıl tutma bunlar diye düşündü. İnsan sahibine böyle mi davranır, hiç mi saygı göstermezdi. Bunların esaslıca uyarılması, azarlanması gerekiyordu.

Abad, adamlardan hürmet beklerken, tutmalar birbirine bakıp kenara çekildi; Abad'a yol veriyorlardı lakin tek kelime etmemişlerdi. Abad tereddütle adamların yanından kayıp konağın kapısına yöneldi. Odalardan neredeyse hiç ışık gözükmüyordu. Muhtemelen arka taraftaki balkondalar diye düşünüp yukarı çıktı. Masumiyet ve coşkuyla atılan bir kahkaha duyuyordu; bir çocuğun kahkahası. Minik ayakların balkonun bir ucundan bir ucuna yaptığı koşuşturmaların patırtısı, kalbinin kulağındaki yankılarını bastırmıştı. Epeyce geniş olan balkonun her yeri kandillerle aydınlatılmış, kapısına yaklaşan Abad'ın gözünü alıyordu. Kafasını yavaşça kapıdan dışarı uzattı, oğlu koşarak üstüne doğru geliyordu. Büyük zümrüt gözleri ve tombul kırmızı yanaklarıyla hayran bırakan küçük çocuk, önünde dikilen adamı fark edince geriye doğru kaçarak korkuyla bağırdı:

"Baba!"

Koşan çocuk balkonun ucundaki adama doğru sarılırken, karısı da kapıda dikilen adamı fark etti:

"Abad!"

Abad kendinde mi emin değildi. Gördükleri yine rüya olmalıydı. Muhtemelen hala mahzendeydi ve verdikleri şuruplardan ötürü kâbus görüyordu. Başka türlü çocuğu, neden başka bir adama baba deyip koşardı ki. Karısının o adamın yanında ne işi olabilirdi? Zaten kapıdaki tutmaların yüzü de tanıdık değildi; kesin rüyaydı, kesin hayal...

SON DİYARHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin