Önsöz

2 0 0
                                    

Öncelikle herkese merhaba arkadaşlar. Bu kurguyu yazmam biraz zaman aldı. Yazılmış birkaç bölümüm var ancak hepsi ap ayrı yerler ve ben bunları nasıl birleştireceğimi kara kara düşünüyorum. Bu yüzden kısa bir bölüm yayınlıyorum ve hikayenin yakında yayıma gireceğini duyuruyorum.

Buraya başlama tarihinizi yazarsanız sevinirim.

Yorumlarınız, eleştirileriniz, oylarınız benim için gerçekten çok önemli. Şimdiden hepinize teşekkür ediyorum.

Londra... Hayallerimin şehriydi. Yıllar önce sadece hayalken şu an bu harika şehire ayak basmış bulunmaktaydım. Çok değil sadece bir haftalık bir tatilim olsa da bana yeterdi.

Heyecanlı gözlerle etrafı tarıyordum. Çabuk çabuk adımlarla caddelerde gezerken peşimden valizimi de çekiştiriyordum. Pileli eteklerim rüzgâr yüzünden uçuş uçuştu. İçime sığmayan bir coşku vardı benliğimde.

Hiç bilmediğim bir şehirde, hiç tanımadığım insanların arasında koştura koştura ilerliyordum. Bir yandan da elimdeki telefonla haritayı açmış Big Ban'i arıyordum. Bir süre sonra pek bir işe yaramadığını anladım ve yoldan geçen birini durdurarak sormaya karar verdim. Çat pat ve eksik ingilizcemle Big Ban'i sorarken adam bana 'alık mısın?'der gibi baktı. Kaşlarımı çatarak ona bakarken elini kaldırıp gözümün önündeki koca saat kulesini işaret etti.

Alnıma vurma isteğimi güçlükle yok ederek teşekkür ettim ve birkaç sokak öteden gözüken büyük yapıya ilerlemeye başladım.

Big Ban'in önünden geçerken hayretler içinde büyük saati incelemeye başladım. Bir yandan etrafında yürüyor bir yandan da izliyordum.

En sonunda valizim benim hızıma yetişememiş ve bir taşa takılmıştı. Ee tabi ben de hızla ilerlemeye devam ettiğimden dengemi kaybettim ve şehire geleli dakika bir gol bir diyerek yeri öpeceğim anı bekledim... ancak, öyle bir şey olmadı ve ben güçlü kollarla belimden tutulduğumu hissettim. Yere yapışmama saniyeler kala biri beni tutmuştu. Gözlerim hâlâ sım sıkı kapalıyken bu olayı birkaç saniye idrak etmeye çalıştım. Yavaşça tek gözümü açtığımda karşımda dünyanın 8. harikası olabilecek bir yüzle karşılaşmayı beklemiyordum tabiki.

Titrek bir nefes vererek çocuğun beni doğrultmasına izin verdim. "Ben çok teşekkür ederim." çocuk yüzüme bakmaya devam edince nerede olduğumu hatırlayarak avucumun içiyle anlıma vurdum bunu artık hakketmiştim. "Thank you."dedim şirin olduğunu düşündüğüm bir gülümsemeyle.

"Önemli değil."dedi o da Türkçe. Türk müymüş yani? "Türk müsün?"diyerek aklımdaki soruyu dillendirdim. "Evet." cevap verirken bir yandan da kafasını hızlı hızlı sallıyordu. Beni incelerken telefonunu açtı ve benim resmimi gösterdi "Gece sen misin?"diye sordu memnun bir gülümseme eşliğiyle.

"Evet. Sen de Atlas oluyorsun sanırım? Can'ın kuzeni?"dedim şansıma şaşırarak.

"Evet. Ne tesadüf ama?" gülümseyerek ona bakıyordum.

"5 metre sonra sola dönün." telefonumdan gelen robotik sesle ikimizin de bakışları telefonuma kaydı. Hızla ekranı kapatırken "Ben de seni arıyordum." diye açıklama yaparken bir yandan da salaklığımı düşünüyordum. O ise karşılığında sadece hafif bir tebessüm gönderdi.

Kaşlarımı kaldırarak ona baktım "Tekrar teşekkür ederim." dedim.

"Rica ederim. Seni eve götüreyim?"dedi o da. Derin bir nefes vererek başımı salladım. O önden ben arkadan yürürken bir şey unutmuş gibi aniden dönerek valizimi elimden aldı. Tekrardan "Teşekkür ederim."dediğimde bu sefer bana bakmadan "Çok fazla teşekkür ediyorsun."dedi. Kaşlarım çatılsa da bir şey demeden yola devam ettim. Bir yandan da Can ve bu çocuğun nasıl kuzen olabileceklerini düşünüyordum.

Can benim için çok değerliydi ve kardeşim gibiydi. Hayallerimin şehri Londraya geleceğimi öğrendiğinde buradaki kuzeni Atlas'ı bana yardımcı olması için ikna etmişti.

Çok uzak olmayan eve vardığımızda resimlerden aşina olduğum cephesine baktım. "Adreste burası yazıyor."dedi Atlas elindeki kağıdı sallarken. "Evet burası."dedim ben de evi incelemeye devam ederek. İki katlı büyük ve yıllardır temizlikçiler dışında kimsenin girmediği bir evdi. Çantamdaki anahtarı çıkartarak bahçe kapısından girdim ve elindeki valizle Atlas'ın girmesi için kenara çekildim. Evin büyük ahşap kapısına yürürken büyük bahçeye bakıyordum. Silik olsa da burada geçen anılarım vardı ve eskiyi hissetmek beni mutlu etmişti.

Kapı gıcırtılı bir sesle açılınca ben gelmeden önce evi temizleyen temizlikçiye şükürler ettim. Bu kadar büyük bir evi hayatta temizleyemezdim çünkü. 

Atlas da benim arkamdan içeri girerek valizi bıraktı. "Sana içecek bir şeyler verebilirim ancak evde yiyecek ve içecek adına bir şey var mı pek bir fikrim yok."dedim dudaklarımı büzerek ona bakarken.

"Sorun değil benim zaten işlerim var. Yarın seni 12 gibi alırım. Gezmek istediğin yerleri falan görürsün."o kadar isteksiz söylemişti ki kapıyı suratına çarpma isteğiyle dolup taşmıştım. "Senin işlerin varsa ben kendim de halledebilirim."dedim kısa keserek. Bir süre ciddi ciddi düşündü bu dediklerimi. "İşim yok. Hem Can'a söz verdim."dedi düz bir sesle. "Tamam o zaman seni tutmayayım."dedim ve kapıya kadar eşlik ettim.

O gittikten sonra valizi biraz güçlükle büyük merdivenlerden çıkartarak kalacağım odaya getirdim. Valizi resmen odaya fırlattım ve kendimi de yatağın üstüne attım. Yumuşak yatak benim kendimi bırakmam ile içe gömülürken sabırsız bir kıkırtı döküldü dudaklarımdan.

Telefonumu çıkartarak bizimkilere geldiğime ve eve yerleştiğime dair kısa bir mesaj atarak onları da bilgilendirdim. Bir süre odada kendi düşüncelerimle boğuştuktan sonra kol çantamdaki defteri çıkarttım ve gezeceğim yerleri not ettiğim sayfayı açtım.

Liste kabarıktı. Görmek istediğim çok yer vardı ve ben bunları bir haftaya sıkıştırmıştım.

Bekle beni Londra. Ben geliyorum.

Esnek Cisimler TeorisiWhere stories live. Discover now