Kırmızı ojeli tırnaklarımı boynunda gezdirirken aklımda olan tek şey, onu alt etmekti. Beni alt ettiğini sanarak geçirdiği günlerin bir karşılığı. "Seni affetmem için bana yalvaracaksın ve ben ne yapacağım biliyor musun?" Dedim bu sefer kırmızı Duda...
Çatlayan kaburgalara vuran her bir ölüm rüzgarı, cehennemin puslu kadehini günah şarabıyla dolduruyordu. Kirli ruhların temiz sanılan bedenleri buram buram ceset korkarken, sahte tebessümler süslemişti her yeri.
Göz kanatacak bir iticilik itinayla bakışları gölgeliyordu.
Soğuk ,bedenlerimizi kendi çıkmazı altına alırken yelesini üzerimize örtmüş, kendini daha da hissedilir kılmıştı. Çatlak dudaklarımdan sızan sisli nefesim , Aralık ayının kasveti üstünde güne devrilmiş sonra da yok olmuştu.
Soğuktan sızlayan kemiklerime aldırış etmiyordum. Olağan bir şeydi, soğuğu severdim tıpkı soğuğunda beni sevdiği gibi.
"Ne yapıyoruz?" Ne yaptığımı veya ne için yaşadığımı hiçbir zaman bilememiştim. Kafasına göre yaşayan bir kız, gidebildiği kadar ilerleyen bir insandım. Önüme bakmaya devam ederken Mila'dan gelen soruya umursamaz bir cevap verdim.
"Kül'e gidiyoruz." Bu sırada yanımda olan hareketlenmeden üşüyen ellerini ısıtma çabasına girerek ovaladığını anlamıştım. Yersiz bir çabaydı, soğuğa yakanı kaptırırsan bedenin uyuşana kadar ona itaat etmek zorundaydın.
"Feza'nın yanına mı?"
"Evet," dedim keskin bir nefesi içime çekip kuruyan boğazımı aşındırarak,"O çağırdı, iş çıkmış."
"Sonunda ya!" Dedi neşeyle ovalamayı henüz yeni bıraktığı ellerini çırparak. "Sıkılmıştım boş boş gezmekten, hadi yine iyisin Feza'n sana bir iş bulmuş." Yüzümü buruşturdum.
Feza'n? Ah, düşüncesi bile iğrençti.
"Kes safsatayı, çocuğun yanında şöyle şeyler deme. Sonra yersiz umutlara kapılıyor."
Feza, yıllardır yanımızda olan bir arkadaşımızdı. Bize iş bulur bizde o işi yapardık ancak kendisi tam bir kız düşkünüydü. Velhasıl yakışıklı çocuktu lâkin, yakın zamanda AIDS hastalığına kurban gideceğine dair içimde bir şüphe vardı.
Zemheri bölgesinde elinin değmediği kız kalmamıştı.