nine

3.9K 468 530
                                    

Mlee: Hey, Donghyuck! Hastanede her şey yolunda mı?

Haechan: Şey, sayılır. Bu öğleden sonra da ziyarete geleceksin, değil mi?

Mlee: Tabii ki! Eğer izin verseydin sen iyileşene kadar yanında kalacaktım ama tutturdun okul var da okul var. Okulun senin yanında hiçbir değeri yok gözümde. Anla bunu artık.

Haechan: Biliyorum ama...
Okul önemli. Gelecekte ikimizin yolları ayrıldığında sen bu devamsızlıkların yüzünden kalacaksın ve hayatın berbat olacak.

Mlee: Gelecekte yollarımızın ayrılacağını nereden çıkardın?

Görüldü√√

Mlee: Bizim yollarımız öylece ayrılamaz, merak etme. Ayrıca bizim ortak bir geleceğimiz olacak. Sen beni bıraksan da ben seni hiçbir zaman bırakmayacağım. Şimdi de okuldan kaçıp sana geliyorum. Beni ikna etmeye çalışma çünkü çok geç şu an taksideyim. Oraya varınca konuşuruz.

Görüldü√√

Donghyuck hastane odasında telefona bakarak alnını şaplaklıyordu.

Tanrı onun sesini duymuş olmalıydı. Yoksa Mark gibi bir meleğin başına gelmesinin başka açıklaması olamazdı. Bu çocuk düşünceliydi, yardımcıydı, yakışıklıydı, güzel gülümsemesi yüzüne yayıldığında çok seksi oluyor-

Bir dakika.

Yine mi?

Gerçekten, Donghyuck şu lanet olası iç sesini içinden söküp atmalıydı yoksa çıldıracaktı. Her Mark'ı düşündüğünde saçma bir şekilde aşırı seksi olduğunu fısıldıyordu ona.

Annesiyle babası zorunluluktan ona baktığı için hastaneye yatması kolay olmuştu. Direkt olarak Donghyuck'un kendilerine getirdiği raporu imzalamışlar ve sahte gülümsemeleriyle "Seni sık sık ziyaret edeceğiz tatlım!", "Endişe etme küçük adam, sen bunu da başarırsın!" gibi samimiyetsiz cümlelerle onu uğurlamışlardı.

Sonra ne mi yapmışlardı? Donghyuck'un üvey kardeşiyle ilgilenmeye gitmişlerdi.

Aslında Donghyuck'un kendini değersiz hissetmesinin bir sebebi de ailesiydi. Çok mutlu bir çocukluk geçirmişti; arkadaşları vardı, ailesi vardı, durumları iyiydi ve daha da önemlisi ailesi ondan bir şey saklıyor olsa da Donghyuck ile samimi bir şekilde ilgileniyorlardı.

Fakat daha sonra o olay oldu. Donghyuck'un annesi hamile olduğunu söyledi, babası çok sevindi. Öyle bir sevindi ki Donghyuck'un varlığı evde hissedilmemeye başlandı.

Donghyuck o bebeği çok kıskanmıştı. Çünkü üzerindeki tüm ilgi ve sevgiyi henüz bir embriyoyken bile çalmayı başarıyordu.

Bebek doğdu, babası ve annesi onu yanlarına çağırdılar. Hayatı boyunca sakladıkları şeyi Donghyuck'a açıklayacaklardı çünkü.

Babası mutluydu. Annesi de mutluydu. Sadece kendi rahatlıklarını düşünüyorlardı. Bebekleriyle mutluydular ve artık vicdanları rahat uyuyabilirlerdi.

Geldiği gibi "Sen evlatlıksın." demişti Donghyuck'a babası. Gülümsüyordu. "Bizim çocuğumuz olmuyordu ve biz de bu sebeple evlat edinmiştik seni. Ama bak, artık çocuğumuz var. Hadi Donghyuck-ah~ kardeşini kucakla!"

Donghyuck o zamanlar on dört yaşlarındaydı ve ergenliğe yeni girmişti. Duygusaldı. Hassastı. Peki, ailesi neden bunu bile bile bu gerçeği o zaman açıklamışkardı ki?

Babasının sözlerinden anladığı kadarıyla o değersizdi. Bebekleri olana kadar ona evcil hayvan muamelesi yapmışlardı. O sadece geçici bir deney faresiydi. Kendisiyle işleri bitmişti Bay ve Bayan Lee'nin.

O sözleri duyduktan sonra tüm dünyası başına yıkıldı Donghyuck'un. Küçüklüğünden beri sevdiği ve değer verdiği ailesi aslında gerçek ailesi değildi. Kendisini bir bebekleri olunca çöpe atmışlardı resmen. Donghyuck'un tüm anılarını, sevgisini, tutunduğu tek dalı olan aile kavramını...

"İstemiyorum." demişti Donghyuck. "O benim kardeşim değil."

Ve bu sözleri hayatını değiştirmişti. Bir daha asla evdeki kişilerle eskisi gibi olamamış, hayatına sahte ifadeler ve gülücüklerle devam etmek zorunda kalmıştı.

Kendini yemeğe vurmuştu. Okul birincisiyken birden okul sonuncusu olmuştu. Arkadaşlarıyla arası bozulmuştu ve gün geçtikçe kilo alıyor, diğer insanların da alay konusu oluyordu.

Yaklaşık iki-üç sene sonra diyete başlamayı akıl edebilmişti. Diyete başlamıştı başlamasına da, diyetteyken yediği her lokma ona fazlalık gibi geliyordu.

Bu yüzden yemek yemeyi bıraktı.

Sonra 90 kilodan 79'a, 79'dan 58'e, 58'den de 42 kiloya düştü.

Şu anda da buradaydı işte. Hemşirenin getirdiği tartının üzerine çıkmış, kilosuyla bakışıyordu.

"Şey... Bu çok kötü mü demek?"

Hemşire elindeki not defterine bir şeyler karaladı ve Donghyuck'a döndü.

"Merak etmeyin! Muhakkak düzeleceksiniz! Sizden çok daha kötülerini görmüştüm ben. Bize güvenin. Ve tabii, önce kendinize!"

Donghyuck kadına garip garip bakıyordu.

"Siz hangi bölümden geliyorum demiştiniz?"

"Ah, ben mi? Ben çocuk hemşiresiyim."

Yirmi yaşından küçük olduğu için onu çocuk bölümüne yatırmışlardı. Bu hemşire fazla coşkuluydu. Onun berbat dünyasında fazla coşkulu biri olarak kalsa da yapacak bir şey yoktu. Bu coşkulu hemşireyle yetinmek zorundaydı.

Nasıl olsa bu hastaneden taburcu olduğunda Mark ile güzel bir geleceği olacaktı.

Olacaktı... Değil mi?

❝eat something❞ ↬mark&hyuckHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin