XXXIV

1.8K 104 33
                                    

O akşamdan sonra Bay Heathcliff, birkaç gün bizimle yemek yemedi, ama, Cathy'le Hareton'a da açıkça sofraya gelmemelerini söylemedi. Duygularına yenilmek ağrına gidiyor, ortalıktan kaybolmayı daha uygun buluyordu. Aslında, yirmi dört saatte bir öğün yemek ona yetiyordu.

Bir gece evde herkes yattıktan sonra alt kata inip, ön kapıdan dışarı çıktığını duydum. Eve döndüyse de ben duymamıştım, sabah kalktığımda dönmediğini fark ettim. Nisan ayındaydık, hava güzel ve ılıktı. Yağan bahar yağmurları otların alabildiğine yeşermesini sağlamıştı. Güneye bakan duvarın dibindeki iki bodur elma ağacı da çiçek açmıştı. Kahvaltıdan sonra Catherine bana, "İşini al, bir de sandalye getir, evin arkasındaki köknar ağaçlarının altında oturalım," dedi. Artık iyileşmiş olan Hareton'ı da, Joseph'in şikâyetleri yüzünden bu köşeye taşıdığı küçük bahçesini kazıp düzeltmesi için kandırdı. Ben rahatça oturmuş, masmavi gökyüzünün, havayı dolduran bahar kokularının keyfini çıkarıyordum. Tarhın kıyılarına dizilmek üzere çuha çiçeklerini kökleyip getirmek için bahçe kapısına doğru giden Catherine, işini yarı bırakıp döndü, Bay Heathcliff'in geldiğini haber verdi. Şaşırmıştı, "Hem de benimle konuştu," diye ekledi.

Hareton, "Ne söyledi?" diye sordu.

"Gözünün önünden hemen yok olmamı söyledi," diye cevap verdi Catherine, "Ama tavırları her zamankinden çok farklıydı. Bir an durup yüzüne bakmaktan kendimi alamadım."

Delikanlı, "Nasıldı?" dedi.

"Nasıl mıydı, güleryüzlüydü, çok neşeliydi. Yok hayır, öyle değil... ama çok heyecanlı, deli gibiydi. Sevinçten ağzı kulaklarına varıyordu."

Ben umursamaz bir tavır takınarak, "Gece yürüyüşlerinden hoşlanıyor öyleyse," dedim. Aslında ben de onun kadar şaşırmıştım. Söylediklerinin doğru olup olmadığını öğrenmeye can atıyordum, çünkü Bey'i keyifli görmek har zaman olası değildi. Eve girmek için bir bahane uydurdum. Heathcliff kapının önünde duruyordu. Benzi sapsarıydı, bütün vücudu titriyordu. Ama gözlerinde o güne kadar görmediğimiz sevinç parıltıları vardı. Bu bakışlar Bey'in yüzüne bambaşka bir ifade veriyordu.

"Biraz kahvaltı eder misiniz?" dedim. "Bütün gece dolaştıktan sonra herhalde acıkmışsınızdır!" Nereye gittiğini öğrenmek istiyordum, ama bunu hemen sormaktan çekindim.

Başını öteye çevirdi, sanki sevincinin nedenini anlamaya çalıştığımı fark etmiş gibi, yumuşak bir sesle, "Hayır, aç değilim," diye yanıtladı.

Ne yapmam gerektiğini kestiremiyordum, biraz öğüt versem, biraz çıkışsam doğru olur muydu, bilmiyordum.

"Yatıp dinleneceğiniz yerde, orada burada dolaşmanız bence hiç doğru değil," dedim. "Hele bu rutubetli havada, dolaşmak hiç akıl kârı değil. Ya soğuk alırsınız, ya da hummaya yakalanırsınız. Nitekim pek iyi olmadığınız belli!"

"Bu durum dayanamayacağım bir şey değil," dedi. "Aksine, seve seve katlanacağım bir şey, yeter ki sen bana karışma, içeri gir, beni kendi halime bırak."

Boyun eğdim, yanından geçerken dikkat ettim, bir kedi gibi sık soluk alıyordu.

Kendi kendime, "Evet!" dedim. "Hastalanacağı kesin, ama nerelere gittiğini, neler yapmış olduğunu bir türlü anlayamadım."

O gün öğle yemeğini bizimle birlikte yedi. Tepeleme doldurduğum tabağı elimden kaptı. Sanki günlerdir oruç tutuyormuş da aç kalmış gibi yemeye başladı.

Sabahki sözlerime karşılık olarak, "Ne soğuk aldım, ne de hummaya tutuldum Nelly," dedi. "Hem de verdiğin yemeği bitirecek kadar iştahlıyım."

Uğultulu TepelerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin