XXIV

709 62 12
                                    

Üçüncü haftanın sonunda artık odamdan çıkabilecek, evin içinde dolanabilecek kadar kendimi iyi hissediyordum. Yataktan kalkıp oturabildiğim o ilk günün akşamı da gözlerimin görmediğini bahane edip, Catherine'den bana bir şeyler okumasını istedim. Bey yatmak için odasına çekilmiş, kitaplık tümüyle ikimize kalmıştı. Küçükhanım beni kırmadı, ama içimden bir his, onun gönülsüz olduğunu söylüyordu. Onun bu isteksizliğini, okumasını istediğim kitaplardan hoşlanmayışına vererek, kendi seçtiği bir kitabı okumasını önerdim. Gidip en sevdiklerinden birini seçti ve bir saat boyunca aralıksız okudu. Sonra okumayı keserek sorular sormaya başladı: "Nelly, daha yorulmadın mı? Gidip biraz dinlensen iyi olmaz mı, ne dersin? Daha yeni iyileşiyorsun, bu kadar geç saate kadar oturman iyi olmaz, ya yine hastalanırsan ne olacak."

Ben her defasında, "Ama tatlım, yorgun değilim ki, hem kendimi çok iyi hissediyorum," diye yanıt veriyordum.

Baktı ki olacak gibi değil, okumaktan sıkıldığını belli etmek için başka bir yola başvurdu; esneyip gerinerek, "Nelly, ben artık yoruldum," demeye başladı.

"Öyleyse, okumayı bırak da konuşalım," dedim.

Bu teklifim, onun canını daha da çok sıkmaktan başka bir işe yaramadı. İç çekip, sürekli saatine bakmaya başladı. Karşımda uykusuzluktan yorgun düşmüş bir halde, gözlerini ovuşturup duruyordu. O kadar çok ovuşturdu ki, gözleri şişti. Saat sekiz olduğunda da odasına çekildi. Ertesi akşamki hali daha beter, daha da sabırsızdı. Üçüncü akşam, başının ağrıdığını söyleyerek yanımdan ayrıldı. Son zamanlardaki davranışları tuhaf gelmeye başlamıştı. O son akşam da yalnız başıma otururken gidip nasıl olduğuna bir bakayım, dedim. Odasında tek başına yatmaktansa, aşağıda divana uzanmasının daha iyi olabileceğini söyleyecektim. Odada olmadığını görünce şaşırdım. Cathy, ne alt kattaydı ne de üst katta. Hizmetçilere sordum, onlar da görmemişlerdi. Bay Edgar'ın odasına giderek kapıdan içerisini dinledim, tık yoktu. Yeniden kızın odasına girerek, beklemeye koyuldum. Elimdeki mumu da söndürmüş, karanlıkta, pencerenin önünde, öylece oturuyordum.

Ay, pırıl pırıl parlıyor, etrafı aydınlatıyordu. Her yer ince bir karla kaplıydı. Kendi kendime, biraz açılmak için bahçede dolaşmaya çıktı herhalde, diye düşündüm. Derken, bahçe içinde çit boyu ilerleyen birini gördüm, ama bu Bayan Cathy değildi. Aydınlığa çıkınca bir seyis olduğunu anladım. Orada epeyce durup araba yolunu gözetledi, sonra bir şey görmüş gibi alelacele gitti. Sonra, küçükhanımın midillisini yanına almış olarak geldi, kız da oradaydı. Atından yeni inmiş, seyisin yanı sıra yürüyordu. Seyis çimenlikten geçerek, hayvanı gizlice ahıra doğru götürdü. Cathy, salonun penceresinden içeri girdi, sonra sessizce yukarıya, benim bulunduğum odaya geldi. Kapıyı usulca kapadı, karlı ayakkabılarını, şapkasını çıkardı, orada kendisini gözetlemekte olduğumdan habersiz, pelerinini de çıkarıp bir köşeye koymak üzereydi ki, birden ayağa kalkıp önüne dikiliverdim. Bu baskın karşısında bir an şaşırdı, ağzından anlaşılmaz sesler çıktı, olduğu yerde dondu kaldı.

Son zamanlarda kendisinden gördüğüm iyiliği unutmuş değildim, onun için de azarlamak elimden gelmedi.

"Sevgili Bayan Cathy," diye başladım. "Bu saate kadar atla nerelerdeydin? Bakalım şimdi bana ne masallar uyduracaksın?.. Nerelere gittin? Haydi söyle!"

"Bahçenin öbür ucuna," diye kekeledi. "Hem, ben masal uydurmuş falan da değilim."

"Peki, başka bir yere gitmedin mi?" diye sordum.

"Hayır," diye mırıldandı.

"Ah, Catherine!" dedim üzgün üzgün. "Yanlış bir şey yaptığının sen de farkındasın, yoksa bana yalan söylemek zorunda kalmazdın. Beni üzen de budur. Senin bile bile yalan söylediğini görmektense, üç ay hasta yatmaya razıyım."

Uğultulu TepelerWhere stories live. Discover now