Yine şekerini emmeye başladı, uykusu gelmiş gibi gözlerini yumdu.

"Linton Heathcliff," diye başladım, "Catherine'in geçen kış, hani onu sevdiğini söylediğin geçen kış, sana yaptığı iyilikleri unuttun mu? Hani sana kitaplar getiriyor, şarkılar söylüyor, kar, fırtına demeyip seni görmeye geliyordu, bütün bunları unuttun mu? Bir akşam gelemediği için, sen bekleyerek, hayal kırıklığına uğrayacaksın diye gözyaşları dökmüştü. Sen de o günlerde, onun senden yüz defa daha iyi bir insan olduğunu, senin ona layık olmadığını söylüyordun. Bugün ise, ikinizden de nefret ettiğini çok iyi bildiğin babanın yalanlarına kanıyorsun. Catherine'e karşı, onunla birlik oluyorsun. Sana yapılan iyiliğe, ne de güzel bir karşılık, öyle değil mi?"

Linton ağzını çarpıttı, dudaklarının arasındaki şekeri eline aldı.

"Senden nefret ediyordu da onun için mi Uğultulu Tepeler'e gelip gidiyordu sürekli?" diye devam ettim, "Senin parana konacakmış. Sen biraz kendi kafanı kullansana. O senin paran olduğunu bile bilmiyor. Sonra, hem hasta olduğunu söylüyorsun, hem de yabancı bir evde onu yalnız başına bırakıyorsun! Kaldı ki insanlara böyle eziyet çektirmenin nasıl bir şey olduğunu sen daha iyi bilirsin. Bir zamanlar sen burada kıvranırken, o da seninle birlikte acı çekiyordu. Ama şimdi, sen onun üzüntüsüne ortak olmuyorsun. İşte görüyorsun. Bay Linton, ben bile bu yaşlı halimle, bir hizmetçi olmama rağmen kendimi tutamayıp ağlıyorum. Sen ki onu bu kadar sever görünüyorsun; hatta ona tapıyor olman gerekirken, tüm gözyaşlarını kendine saklıyor, orada rahat rahat uzanmış yatıyorsun. Ah! Sen kalpsiz, yalnız kendini düşünen, bencil bir insansın!"

Oğlan kızgın kızgın, "Onun yanında oturamıyorum ki," dedi. "Yoksa burada yalnız başıma durur muydum? Öyle ağlıyor ki, sıkılıyorum. Susmazsan babamı çağırırım dediğim halde susmuyor. Bir defasında çağırdım da, babam sesini kesmezse gırtlağını sıkıp boğacağını söyledi, ama kapıdan çıkar çıkmaz o yeniden başladı. Uyuyamıyorum diye avaz avaz bağırdığım halde, bütün gece ağlayıp, inledi."

Bu aşağılık yaratık, kuzeninin çektiği acıları hissedecek biri değildi. Bunu anladığım için, "Peki, Bay Heathcliff evde, değil mi?" diye sordum.

"Oturma odasında," dedi. "Doktor Kenneth'la konuşuyor. Doktorun söylediğine göre dayım bu defa gerçekten ölüyormuş, hele şükür. Onun ardından Grange'in sahibi ben olacağım için seviniyorum. Catherine orası için hep 'benim evim' der dururdu. Ama onun değil! Orası benim. Babam, 'Catherine'in her şeyi senin,' diyor. Bütün o güzel kitapları da benim. Catherine, bana odanın anahtarını ele geçirir de kendisini salıverirsem, bütün kuşlarını, midillisi Minny'yi bile bana vereceğini söyledi. Ben de ona verecek hiçbir şeyi olmadığını, çünkü onların hepsinin zaten benim olduklarını anlattım. O zaman ağladı, koynundan küçük bir madalyon çıkardı. Bir yüzünde annesinin, diğer yüzünde dayımın resmi olan altın bir madalyon. 'Bunu da alamazsın ya,' dedi. Bütün bunlar dün oldu... Onun da benim olduğunu söyledim, elinden almaya çalıştım. Huysuz yaratık bırakmadı, üstelik beni itti, canımı yaktı. Ben de çığlığı bastım, çünkü ancak bundan korkuyor. Babamın yaklaştığını duyunca, madalyonu hemen ikiye ayırdı, annesinin portresini bana verdi, öbürünü de saklamaya çalıştı. Babam, 'Ne oluyor burada?' diye sordu, ben de hepsini anlattım. Bunun üzerine bendeki resmi aldı, ona da vermesini emretti, Catherine vermedi, babam da onu bir tokatta yere serdi, madalyonu alıp zincirini kopartarak, ayağının altında ezdi."

"Onun tokatlanmasına da sevindin mi?" diye sordum. İçimden bir plan kurmuştum, bu plana göre onu daha fazla konuşturmam gerekiyordu.

"Bakmaya nedense cesaret edemedim," diye cevap verdi. "Babamın eli öyle ağırdır ki, bir köpeği ya da atı döverken hiç bakamam. Önce sevindim, çünkü beni ittiği için cezayı hak etmişti. Babam gittikten sonra beni pencerenin önüne götürdü ve ağzını gösterdi; tokadın etkisiyle dişleri yanağını parçalamış, ağzının içine kan dolmuştu. Sonra resmin parçalarını topladı. Gidip, yüzü duvara dönük olarak bir süre oturdu. O zamandan beri de benimle hiç konuşmadı. Bazen, herhalde acısından konuşmuyor, diye düşünüyorum. Ama sürekli ağlayarak bir yere varılmaz ki. Üstelik benzi öyle soluk ki, ondan korkuyorum."

Uğultulu TepelerWhere stories live. Discover now