Gizemli Yabancı: 9

161 4 1
                                    

9

Bu harikaydı, Şeytan'ın zamana ve mesafeye egemen olması. Bu iki şey onun için yoktu. O bunlara insan icatları diyordu, bunların yapaylıklar olduğunu söylüyordu. Onunla birlikte sık sık yerkürenin en uzak kesimlerine gittik, oralarda haftalarca, aylarca kaldık; oysa genellikle yalnızca saniyenin binde biri kadar bir süre kalıyorduk oralarda. Bir gün insanlarımız, cadılar komisyonun müneccime ve Peder Peter'in hane halkına ya da yoksullar ve dostu olmayanlar dışında herkese karşı harekete geçmesinden korktukları için korkunç bir üzüntü içindeyken, sabırları taştı ve kendi başlarına cadı avına giriştiler, insandan doğmuş bir hanımın şeytanca sanatlarla insanları iyileştirme alışkanlığında olduğu biliniyordu, o kadın bu işi berber-cerrah'ın yaptığı gibi, uygun sağaltma yollarıyla, kanlarını akıtarak temizlemek yerine, suya sokup çıkarma, yıkama ve besleme yoluyla yapıyordu. Kadın yukarıdan uçarak indi, kalabalık onun peşinden uluyarak ve lanetler yağdırarak koşuyordu, kadın evlere sığınmaya çalıştı, ama kapılar yüzüne kapandı. Kalabalık onu yarım saatten fazla bir süre kovaladı, biz de olanları görmek için onların peşinden gidiyorduk, sonunda kadın bitkin düşüp yere yığıldı, kalabalık da onu yakaladı. Kadını yerlerde sürükleyerek bir ağaca götürdüler, kollarından bir ip geçirdiler, bu arada bazıları kadını tutarak ipe düğüm atmaya giriştiler, kadın ağlıyor, yalvarıyordu, kadının küçük kızı da olup bitenleri seyrediyordu, sessiz sessiz ağlıyordu, ama bir şey söylemeye ya da yapmaya korkuyordu.

Kadını astılar, yüreğimin derinlerinde acısam da ben de ona bir taş attım, ama herkes taş atıyordu, insanların her biri yanında duran komşusunu gözlüyordu, ben de öteki insanların yaptığını yapmasaydım, bu herkesin gözüne çarpacak, dilden dile dolaşacaktı. Şeytan bir kahkaha patlattı.

Yakınlarında bulunan herkes şaşırmış ve hiç hoşlanmamış bir havayla Şeytan'a doğru döndü. Bu gülmenin yakışık almayacağı bir zamandı, çünkü Şeytan'ın rahat ve alaycı davranışları, ayrıca o doğaüstü müziği bütün köyün gözünde onu kuşkulu bir duruma düşürmüştü, pek çok kişiyi gizliden gizliye onun aleyhine çevirmişti. İri yarı demirci herkes duysun diye sesini yükselterek herkesi ona bakmaya çağırdı ve şöyle dedi:

"Neye gülüyorsun. Cevap ver! Ayrıca neden hiç taş atmadığını buradakilere açıkla."

"Benim taş atmadığımdan emin misin?"

"Evet. Bu işten sıyrılmaya çalışma, bakışlarım senin üstündeydi."

"Ben – ben de gördüm seni!" diye bağırdı iki kişi daha.

"Üç tanık." dedi Şeytan, "Demirci Mueller, kasabın çırağı Klein, dokumacının kalfası Pfeiffer. Üç çok sıradan yalancı. Başkaları da var mı?"

"Başkalarının bulunup bulunmadığına boş ver, bizi nasıl gördüğüne de boş ver – senin bu meseleni halletmek için üç kişi yeter. Ya bir taş attığını kanıtlarsın ya da sana gösteririm ben."

"Dediği doğru!" diye haykırdı kalabalık, sonra da ilginin yöneldiği merkeze olabildiğince yaklaşmak üzere harekete geçti.

"Önce şu öteki soruyu yanıtlayacaksın." diye bağırdı demirci, halkın sözcüsü ve bu olayın kahramanı olduğu için hoşnuttu. "Neye gülüyorsun sen?"

Şeytan gülümsedi, hoş bir havayla yanıt verdi: "Kendileri ölüme bu kadar yakınken, üç korkağın zaten ölmekte olan bir hanımı taşlamalarına."

Kör inançlara saplanmış kalabalığın birden geliveren bu şok karşısında nasıl da sinip soluklarını tuttuklarını görebilirdiniz. Demirci bir kabadayılık gösterisiyle şöyle dedi:

"Hah! Sen ne bilirsin ki bu konuda?"

"Ben mi? Her şeyi. Benim mesleğim falcılıktır, kadını taşlamak için ellerinizi kaldırdığınız zaman siz üçünüzün –ve başka bazı kişilerin– el falına baktım. İçinizden biri yarından sonra bir hafta içinde ölecek; başka biriniz de bu gece ölecek, üçüncüsünün beş dakikalık ömrü kaldı – saat da işte şurada!"

Seçme ÖykülerWhere stories live. Discover now