Gizemli Yabancı: 6

226 8 1
                                    

6

Bir an içinde kendimizi bir Fransız köyünde buluverdik. Erkeklerin, kadınların, küçük çocukların çok sıcakta, pisliğe batmış halde, bir toz bulutu içinde çalışmakta oldukları, kocaman, fabrikaya benzeyen bir yerden yürüyerek geçtik; insanlar paçavralar içindeydiler, başları işlerine eğilmiş, önlerine düşmüştü, çünkü bitkin ve yarı aç durumdaydılar, güçleri kalmamıştı, uyukluyorlardı. Şeytan şöyle dedi:

"İşte size biraz daha Ahlak Duygusu. Buranın sahipleri zengindir ve çok dindardır, ama bu yoksul erkek ve kız kardeşlerine ödedikleri ücret, ancak onların açlıktan ölüp yere yığılmalarını önlemeye yetecek kadardır. Bu insanlar yazın da, kışın da sabahın altısından gecenin sekizine kadar – günde on dört saat çalışırlar; küçük çocuklar, oturdukları domuz ahırlarından buraya yürüyerek gidip gelirler – her gün dört mil; çamurların, erimiş karların, yağmurun, sulusepkenin, fırtınanın içinden geçerek her gün, yıllar yılı bu böyle gider. Dört saat uyuyabilirler. Kulübelerinde üst üste yığılmış halde yaşarlar, tek bir odada üç aile, düşünülemeyecek bir pisliğin ve pis kokuların içinde; hastalanırlar, sinekler gibi ölüp giderler. Bir suç mu işlemişler bu zavallı şeyler? Hayır. Ne yapmışlar da böylesine bir cezaya çarptırılıyorlar? Hiçbir şey, yalnızca sizin aptal ırkınızın birer üyesi olarak doğmuş olmalarının dışında. Orada, hapishanede, yanlış davranan birine neler yaptıklarını gördünüz, şimdi de suçsuz ve saygıyı hak eden insanlara nasıl davranıldığını görüyorsunuz. Sizin ırkınız mantıklı bir ırk mı? Pis kokular içindeki bu masum insanlar, o sapkından daha iyi bir durumdalar mı? Gerçekten, hiç de değiller; o sapkının çarptırıldığı ceza, bunların çektikleriyle karşılaştırıldığında hiç kalır. Biz çıktıktan sonra onu çarkın üstünde parçaladılar, ezip paçavralara, kâğıt hamuruna dönüştürdüler, o artık öldü, sizin o pek değerli ırkınızın elinden kurtuldu; ama buradakiler, bu zavallı köleler, vallahi bunlar yıllardır ölmekteler; bazıları yıllarca böyle yaşamaktan kurtulamayacaktır. Fabrika sahiplerine doğruyla yanlış arasındaki farkı öğreten şey Ahlak Duygusu'dur – sonucu görüyorsunuz. Kendilerini köpeklerden daha iyi durumda sanıyorlar. Ah, siz böylesine mantıktan yoksun, böylesine aklını kullanamayan bir ırksınız işte! Üstelik beş para etmezsiniz – ah, sözcüklerle anlatılamaz bu!"

Sonra o ciddi havasını bütünüyle bir yana bırakıp kendini zorlarcasına bizimle alay etmeye girişti, savaşlarda yaptıklarımızdan, büyük kahramanlarımızdan, hiçbir zaman yok edilemeyen ünlü yanlarımızdan, yüce krallarımızdan, kökü çok eskilere uzanan soylularımızdan, saygınlıklarla dolu tarihimizden duyduğumuz gururu alaya aldı – kahkahalara gömülüp duyanları hasta edecek kadar uzun bir süre güldü de güldü, sonra biraz kendine gelir gibi oldu ve şöyle dedi: "Ama gene de her şey bu kadar gülünç değil, günlerinizin ne kadar sayılı, şişinmelerinizin ne kadar çocukça ve sizin de gölgelerden başka bir şey olmadığınızı düşününce acıklı bir yanı da yok değil bütün bunların!"

O anda her şey birdenbire gözlerimin önünden siliniverdi, ben bunun ne anlama geldiğini biliyordum. Bir an sonra kendimizi bizim köyün içinde yürürken bulduk; aşağıda, ırmağın oraya doğru Altın Geyik'in yanıp sönen ışıklarını gördüm. Sonra da karanlığın içinde neşe dolu bir bağırış duydum:

"Gene geldi!"

Seppi Wohlmeyer'di bu. Kanının kaynadığını, ruhunun depreştiğini hissetmişti, bunun da bir tek anlamı olabilirdi, Şeytan'ın yakınlarda bir yerde olduğunu anlamıştı, orası Şeytan'ı göremeyecek kadar karanlık olsa bile. Şeytan yanımıza geldi, birlikte yürümeye başladık, Seppi de duyduğu hoşnutluğu, çeşmeden akan suyun coşkulu sesiyle dile getirdi. Sanki Seppi bir âşıktı da kaybetmiş olduğu sevgilisine yeniden kavuşmuştu. Seppi, zeki ve çok canlı bir çocuktu, heves doluydu ve bunu dışa vurabiliyordu, benim ve Nikolaus'un tam tersiydi. Şimdi de o en son yeni gizeme –Hans Oppert'in, köyün serserisinin kaybolmasına– kaptırmıştı kendini. "İnsanlar bu konuyu merak etmeye başlıyorlar." dedi. "Endişeleniyorlar" demedi – doğru deyiş "merak ediyorlar"dı, bu yeterince güçlü bir deyişti. İki gündür Hans'ı gören olmamıştı.

Seçme ÖykülerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin