Gizemli Yabancı: 2

Mulai dari awal
                                    

"Portakal!"

"Elma!"

"Üzüm!"

"Hepsi cebinizde." dedi ve söyledikleri doğru çıktı. Üstelik meyvelerin hepsi en iyi cinstendi, biz de onları yedik, daha çok olmasını diledik, ama bunu dilediğimizi söze dökmedik.

"Onları da bunların geldiği yerde bulacaksınız," dedi, "iştah duyduğunuz başka şeyleri de, ayrıca canınızın çektiği şeyin adını söylemenize gerek yok, ben sizin yanınızda olduğum sürece dileyin yeter, bulacaksınız."

Söyledikleri doğru çıktı. Bu kadar harika, bu kadar ilginç hiçbir şey olamazdı. Ekmek, kekler, şekerler ve fındık fıstık – insanın canı ne isterse, o şey orada oluyordu. Kendisi hiçbir şey yemedi, oturup bizimle sohbet etti, bizi eğlendirmek için art arda pek çok hayret verici şey yaptı. Bize kilden küçük bir oyuncak sincap yaptı, sincap koşarak bir ağaca çıktı, yukarıdaki bir dalın üstüne oturdu ve aşağıya, bize seslendi. Sonra fareden hiç de büyük olmayan bir köpek yaptı, köpek heyecanla ve havlayarak sincabı kovaladı, ağacın çevresinde dans etti, bir köpeğin olabileceği kadar canlıydı. Sincabı korkutup ağaçtan ağaca kaçırttı, ikisi de ormanın içinde gözden kayboluncaya kadar sincabı kovaladı. Kilden kuşlar yaptı, havaya salıverdi, onlar da ötüşerek uçup gittiler.

Sonunda ben bütün cesaretimi toplayıp bize kendisinin kim olduğunu söylemesini istedim.

"Bir melek," dedi çok yalın bir havayla, sonra bir kuşu daha havaya salıverdi, ellerini çırparak kuşun uçup gitmesini sağladı.

Onun bunu söylediğini duyunca hepimizin üstüne korku dolu bir saygı havası çöktü, biz gene korkmaya başladık; ama o bize, rahatsızlık duymamız için hiçbir neden bulunmadığını, bir melekten korkulacak bir şey olmadığını söyledi, zaten bizden hoşlanmış olduğunu söyledi. Her zamanki gibi yalın ve yapmacıksız bir havayla sohbet etmeyi sürdürdü, konuşurken de parmak boyutlarında bir sürü erkek ve kadın yaptı, hepsi büyük bir hevesle çalışmaya koyuldular, çimenlerin üzerinde birkaç metrekare boyutlarında, dört köşe bir alanı temizleyip düzlettiler, üstüne küçük, şirin bir şato inşa ettiler, kadınlar harcı karıyor, işçi kadınlarımızın hep yaptıkları gibi, başlarına yerleştirdikleri kovalarla iskeleden yukarıya taşıyorlardı, erkekler taşları sıra sıra diziyorlardı – beş yüz kişiden oluşan bu oyuncak insanlar, büyük bir canlılık içinde oraya buraya koşuşturuyor, hevesle çalışıyor, yaşamdaki kadar doğal bir havayla yüzlerinde biriken terleri siliyorlardı. Bu beş yüz kişinin, adım adım ve kat kat inşa ederek şatoyu ortaya çıkarmalarını, şatonun biçime ve simetriye bürünüşünü seyretmenin yarattığı büyüleyici hayret içinde, o duygumuz ve saygı dolu korkumuz kısa süre içinde yok olup gitti, biz de kendimizi çok rahatlamış, sanki evimizdeymişiz gibi hissetmeye başladık. Biz de birkaç insan yapabilir miyiz diye sorduk, o buna evet diye yanıt verdi, Seppi'ye şatonun surlarına yerleştirmek üzere birkaç top yapmasını söyledi, Nikolaus'tan da birkaç mızraklı balta, göğsü ve bacakları koruyacak zırhlar ve miğferler yapmasını istedi, ben de atlarıyla birlikte birkaç süvari yapacaktım, bu görevleri dağıtırken bize adlarımızla sesleniyordu, ama bizim adlarımızı nasıl olup da bildiğini söylemiyordu. Sonra Seppi, ona kendi adının ne olduğunu sordu, o da çok doğal bir havayla, "Şeytan" dedi, sonra da büyük bir tahta parçasını eline alarak iskeleden düşmekte olan bir küçük kadını onunla yakalayıp yeniden eski yerine koydu, sonra da, "Böyle arkaya doğru adım atmakla ve yaptığı şeye dikkat etmemekle aptalca davrandı." dedi.

Her şey birdenbire kafamıza dank etti, onun adının anlamını kavradık ve elimizdeki işler –top, zırhlar, at– yere düşüp paramparça oldu. Şeytan bir kahkaha attı, bize "Ne oldu?" diye sordu. Ben, "Hiçbir şey olmadı, yalnızca bu bir melek adı olarak çok garip geldi bize." dedim. O bunun nedenini sordu.

Seçme ÖykülerTempat cerita menjadi hidup. Temukan sekarang