XXVI| down the cliff

En başından başla
                                    

Çok uzun bir süre yürüdü. Hatta bahçeden çıkıp kumsalda bile uzun bir yol çizmişti kendisine. Kumsalda çizmelerini bir kenara atmış, kumun içine batıp çıkan ayakları, ılık deniz suyu ve serin rüzgar, günlerdir yaşadığı stresi bir nebze de olsa azaltmıştı.

Tek başına, kumsaldan da çıktıktan sonra gün doğumunu iyi bir yerden izleyebilmek için yamaçları tırmandı. Uzun bir süreçten sonra durmakta karar kıldığı yer bir uçurum kenarı olmuştu. Odasındaki pencereden denizi izlerken bazen ejderhaların buradan havalandıklarını görürdü. Bazen ise Anghrist burada konar, Zayn ejderhasının sırtına atlar ve tekrar havalanır, özgürlüğün doruklarına çıkardı.

Özgür olmak... Böyle bir şey olmalıydı işte.

Çıplak ayakları ile uçurumun kenarına kadar gelip aşağıya baktı. Haşin dalgalar sertçe uçurumun en aşağısını dövüyordu. Rhoslyn o dalgaları izlerken buradan atladığını hayal etti. Ölürdü. Bu kaçınılmaz bir sondu ama ölmeden önce havada asılı kaldığı o birkaç saniye gerçek özgürlük olmaz mıydı? Özgürlük ölüme değer miydi?

Değerdi, diye düşündü içinden.

Dikkatini dağıtan şey millerce ilerideki Anghrist' in kükremesi oldu. Rhoslyn afallayarak birkaç adım geriledi ve şafak vaktinin o güzel renkleri arasındaki Anghrist' in kendisine doğru gelişini izledi. Arkasında kardeşleri de vardı. Onlarla birlikte özgürce süzülüyordu.

Anghrist, Rhoslyn' in üzerinden geçip uçurumun kenarına kondu. Diğer ejderhalar gökyüzünde kanat çırpmaya devam ediyorlardı. Anghrist bir kez daha Rhoslyn' e kükrediğinde Rhoslyn teslim olurcasına dizlerinin üzerine çöktü ve dudaklarını sıkıca birbirine bastırarak sessiz gözyaşlarını serbest bıraktı. Ejderha, Rhoslyn' i çevreleyecek şekilde kendini tamamen yere bıraktığında kocaman başı, hemen Rhoslyn' in yanındaydı. İçleri alevler gibi parlayan bu gözlere ve kılıçtan farksız dişlere baktı. Ondan korkmuyordu. Hatta Anghrist' in kendi duygularını bile hissettiğine emindi.

"Zayn' e burada olduğumu hissettireceksin. Değil mi?" Anghrist' in siyah gözbebekleri, ışıltılı alevlerinin arasında şimdi daha büyük görünüyordu. "Bunu yapma." Rhoslyn' in dudaklarından sonunda bir hıçkırık kaçtı.

Arkadan gelen küçük bir çıtırtı üzerine bir yavru köpek kadar uysal olan Anghrist inanılmaz bir hızda pozisyon değiştirip arkadaki gelen kişiye bir çığlık attı. Öyle uzun ve güçlü bir çığlıktı ki bu, kaledeki insanları uyandırdığına emindi. Ayağa kalkıp kendisi de arkaya döndü. Louis Tomlinson korku içinde dizlerinin üzerine çökmüş ve bu çığlığın bitmesini bekliyordu. Rhoslyn elini ejderhanın sıcak pullu derisinin üzerine koyduğunda Anghrist sonunda sustu.

"Ne oldu Louis?"

"Ben... Ben." Louis öyle çok korkmuştu ki muhtemelen öleceğini düşünmüştü. Neden bu kadar çok korkmuştu?

Anghrist hırladıktan sonra devasa büyüklükteki kanatlarını açtı ve sonra gökyüzüne doğru yükseldi. Rhoslyn onun gidişini seyrederken Sör Louis de bembeyaz olmuş yüzü ile tekrar ayağa kalktı.

"Uzun bir süre oldu. Dönmediğin için gelip bir bakmak istemiştim."

"Sorun yok." dedi Rhoslyn. "Odama gitsem iyi olacak." Çamurlu ve ince kesikler oluşmuş ayaklarına baktığında acilen temizlenmeye ihtiyacı olduğunu gördü.

"Seni götüreyim."

Louis ile birlikte kaleye doğru yürümeye başladıklarında Rhoslyn merakla "Neden bu kadar korktuğunu anlamış değilim." dedi. "Çok uzun zamandır burada yaşamıyor musun?"

fire and blood • malikHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin