Geriye döndü, ak ipekten şemsiyesini başlarımızın üzerine getirdi. Jacques'ı iyice kendine doğru çekerek bana Indre'i, kayığı, çayırları gösterirken başını sallayışı, buradaki günlerimden, gezintilerimizden beri, bu dumanlı ufuklarla, buğulu kıvrımlarıyla anlaştığını ortaya koyuyordu. Doğa düşüncelerini gizleyen bir mantoydu. Geceleri bülbülün iç çekerek neler söylediğini, bataklıkların türküsünün dert yanan ezgisini söylerlerken neyi yinelediğini biliyordu şimdi.

Akşam, saat sekizde, çocukların yatmasından önce, Henriette, yemek odasına geçtiği zaman, hep Mösyö de Mortsauf'la kalıp oyun oynadığım için hiç görmediğim bir sahneye tanık oldum, beni derinden derine heyecanlandırdı. Çıngırak, iki kez çaldı, evin bütün adamları geldiler.

Gerçekten dindar kadınları belli eden şu suçsuz alaycılıkla beni elimden tutup göstererek, "Bizim konuğumuzsunuz, manastırın kuralına boyun eğin!" dedi.

Kont da arkamızdan geldi. Efendiler, çocuklar, uşaklar, herkes diz çöktü, baş açık, herkes eski yerini alarak. Dua etme sırası Madeleine'deydi: Sevgili yavru, çocuk sesiyle söyledi duaları, sesinin arı perdeleri kırın uyumlu sessizliğinde açıklıkla belirdi, tümcelere günahsızlığının kutlu arılığını, meleklerin güzelliğini verdi. İşittiğim duaların en heyecan vericisiydi. Doğa çocuğunun sözlerini akşamın binlerce hışırtısıyla, hafiften çalınan bir org sesiyle yanıtlıyordu. Madeleine, Kontes'in sağındaydı, Jacques da solunda. Aralarında annenin örgülü başı yükselen, Mösyö de Mortsauf'un tümüyle ak saçlarıyla sararmış tepesi hepsine yukarıdan bakan bu iki yaratığın güzelim saçları, renkleri ruha duanın ezgilerinin uyandırdığı düşünceleri yineleyen bir tablo oluşturuyordu, sonra, bir ululuk izlenimi veren birliğin koşullarına uymak için, dünyayla ilgisini kesmiş olan bu topluluğu batan günün hafif aydınlığı sarmıştı; günün kızıllıkları odayı renklendiriyor, böylece şiire ya da boş inançlara bağlı ruhlarda, kilisenin buyurduğu eşitlik içinde, hiçbir basamak ayrımı gözetmeden diz çökmüş olan bu sadık dindarların göğüs ateşleriyle doldukları izlenimi uyanıyordu. Aklıma en eski aile yaşamları geldikçe, sadeliğiyle öylesine büyük olan bu sahne düşüncelerimde daha da büyüyordu. Çocuklar babalarına iyi geceler dilediler, adamlar selam verdiler; Kontes bir elini bir çocuğuna, bir elini öbürüne vererek gitti, ben de Kont'la birlikte salona döndüm.

Bana tavlayı göstererek, "Orada size cennetinizi kazandıracağız, burada da cehenneminizi," dedi.

Kontes de yarım saat sonra aramıza katıldı, gergefini masamızın yanına yaklaştırdı. Kanaviçeyi açarak, "Bu sizin için," dedi, "ama, üç aydan beri bir türlü bitmedi. Bu kırmızı karanfille bu gül arasında, zavallı çocuğum acı çekti."

"Hadi, hadi," dedi Mösyö de Mortsauf, "bırakalım bu konuyu. Şeşbeş, Kral'ın sayın ulağı."

Yattığım zaman, kulak kesilip odasında gidip gelişini işitmeye çalıştım. O sakin ve arı kaldıysa da, benim içimi dayanılmaz isteklerden gelen, çılgın düşünceler kemirdi.

"Niçin benim olmasın!" diyordum kendi kendime. "O da benim gibi duyuların bu kasırgamsı çarpıntısına gömülmüş değil mi acaba?"

Saat birde, aşağıya indim, çıt çıkarmadan yürüdüm, kapısının önüne geldim, oraya yattım: Kulağım aralığa dayalı, o düzgün ve yumuşak çocuk soluklarını işittim. Üşüdüm, yine yukarıya çıktım, yatağıma girdim, sabaha dek sakin sakin uyudum. Uçurumların kıyısına dek ilerlemekte, kötülük uçurumunun derinliğini ölçmeye çalışıp dibini araştırmakta, soğuğunu duyup heyecan içinde geri çekilmekte bulduğum hazzı hangi yazgıya, hangi yaradılışa yüklemeli, bilmem. O ertesi gün gözyaşlarımı ve öpüşlerimi, birbiri ardından yıkılan ve saygı gösterilen, lanet edilen ve tapılan erdemini çiğneyip geçtiğini bilmeden, kızgınlıktan ağladığım kapısının eşiğinde bu gece saati, birçoklarına budalaca görünen bu saat, askerleri –bazıları bana böylece yaşamlarıyla oynadıklarını söylemişlerdi– mitralyözden kurtulup kurtulmayacaklarını, böylece olasılıklar uçurumunda at koşturup Jean Bart gibi bir barut fıçısı üzerinde sigara tüttürünce, mutlu olup olmayacaklarını anlamak için bir bataryanın önüne atılmaya yönelten şu bilinmedik duygunun bir esinidir. Ertesi gün, gidip çiçek topladım, iki demet yaptım; bu türden hiçbir şey karşısında duygulanmayan Champcenetz'ın, "İspanya'da zindanlar kuruyor," sözü tam kendisi için söylenmişe benzeyen Kont, bunlara hayran kaldı.

Vadideki ZambakWhere stories live. Discover now