5. Bölüm

1K 34 0
                                    


Nasıl bir adam olduğunu anlamaya çalışarak Kont'u inceledim; ama başlıca çizgileri oldukça ilgimi çekti, çehresini yüzeysel olarak inceledim. Topu topu kırk beş yaşındaydı, altmışına merdiven dayamış gibi gösteriyordu, on sekizinci yüzyılın sonuna rastlayan büyük yıkılış öylesine çabuk yaşlandırmıştı onu. Saçsız kalmış başının arkasını keşiş başlarında olduğu gibi kuşatan yarımay, karayla karışık gri yumaklarla şakaklarını okşayarak kulaklarda sona eriyordu. Belirsiz bir biçimde de olsa ağzı kanlı bir ak kurt yüzüne benziyordu yüzü, çünkü burnu, yaşamı temelinden bozulmuş, midesi zayıflamış, eski hastalıklar nedeniyle huysuzlaşmış bir adamın burnu gibi kızarmıştı. İncelerek biten yüzüne göre fazla geniş, düz, birbirlerini tutmayan, eğri çizgilerle kırışık alnı, kafa yorgunluklarını değil, açık havada geçen bir yaşamın alışkanlıklarını, talihsizliği dizginlemek için harcanmış çabaları değil, sürekli bir talihsizliğin ağırlığını belirtiyordu. Elmacıkkemiklerinin üstü çıkıktı, renginin solukluğu içinde esmerdi, kendisine uzun bir yaşam sağlayacak ölçüde güçlü bir yapıyı ortaya koyuyordu. Sarı, sert, açık renk gözleri, kış gününde bir güneş ışını gibi bakıyordu insana, ışıklı ama sıcaklıktan yoksun, kaygılı ama düşünceden uzak, güvensiz ama nedensiz. Dudaklarında her dediğini yaptırtan, sert bir anlatım vardı, çenesi düz ve uzundu. Zayıftı, uzun boyluydu, yerleşik bir değere dayanmış, hukukça başkalarından üstün, gerçekte aşağı olduğunu bilen bir beyzadenin tutumu vardı onda. Köy yaşamının oluruna bırakmacılığı, dış görüşüne boşvermesine neden olmuştu. Giyinişi, komşuların da, köylülerin de toprak zenginliklerinden başka bir yanına önem vermedikleri bir çiftçinin giyinişiydi. Esmerleşmiş, damar damar elleri, ancak ata binmek ya da pazarları kiliseye gitmek için eldiven taktığını gösteriyordu. Ayakkabısı kabaydı. On yıllık göçmenlikle on yıllık çiftçilik, yüzüne, bedenine çok etkimişti, ama, üzerindeki kimi soyluluk kalıntıları sürüyordu. En kindar "liberal" (bu sözcük o zamanlar piyasaya bile çıkmamıştı daha) şövalye doğruluğunu, kesinlikle La quotidienne'e bağlanmış okurun sarsılmaz kanılarını bulabilirdi onda. Davasına gönülden bağlı, siyasal kızgınlıklarında açık sözlü, partisine hizmet etme gücünden yoksun, ama zararlı olmakta bir eşi daha bulunmayan, dindar adama hayran kalırdı. Gerçekten de, Kont hiçbir işi yarım yamalak yapmak istemeyen, her şeyi inatla engelleyen, ama paracıklarını vermeden önce canlarını verecek ölçüde de cimri olan şu dürüst insanlardandı. Yemek sırasında solgun yanaklarının çöküklüğünde, çocuklara gizlice yönelttiği kimi bakışlarda, kabarmaları yüzeye dek gelip burada sona eren, sıkıntılı düşüncelerin izlerini gördüm. Kim onu görür de anlamazdı ki? Bu yaşamdan yoksun bedenleri çocuklarına ister istemez geçirmiş olmakla kim suçlamazdı onu? Kendi kendini suçlasa bile, başkalarına kendisini yargılamak hakkını vermeye yanaşmıyordu. Özel yaşamı, kusurlu olduğunu bilen, ama teraziye koyduğu dertleri karşılayacak büyüklük ya da çekicilikten yoksun bir iktidar gibi acıydı, köşeli çizgilerinde, kaygılı gözlerinde beliren dengesizlikler benliğini de doldursa gerekti.

Karısı, biri bir yanına, biri bir yanına yapışmış iki çocuğuyla döndüğü zaman, bir mahzenin kemerleri altında yürürken, ayakların derinliği sezmesi gibi, bir büyük mutsuzluktan kuşkulandım. Bu dört kişiyi bir arada görünce, onları bakışlarımla kucaklayıp birinden öbürüne gidince, yüzlerini ve karşılıklı tutumlarını inceleyince, hüzün dolu düşünceler döküldü yüreğime, güzel bir gün doğuşundan sonra, kül rengi bir ince yağmurun güzel bir memleketi sislendirmesi gibi. Konuşma konusu tükenince, Kont yine Mösyö de Chessel'i geriye atarak beni sahneye çıkardı, karısına ailemle ilgili, ama benim bilmediğim birçok durumu anlattı. Yaşımı sordu. Söylediğim zaman, Kontes de benim kızı dolayısıyla yaptığım şaşkınlık hareketini yaptı. Daha on dördünde olduğumu sanıyordu belki de. Sonradan öğrendiğime göre, onu sonsuz bir güçle bana bağlayan ikinci bağ bu olmuştu. Ruhunun içini okudum. Analık duygusu kabarmış, umuttan gelen, gecikmiş bir güneş ışınıyla aydınlanmıştı. Yirmi yaşını geçmiş olmakla birlikte, bu denli cılız, bu denli ince, yine de bu denli güçlü olduğumu görünce, belki de içinden bir ses, "Yaşayacaklar!" diye bağırmıştı. Bana merakla baktı, bu sırada aramızda birçok buzların eridiğini sezdim. Bana sorulacak binlerce sorusu varmış gibi göründü, hepsini de içinde tuttu.

Vadideki ZambakHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin