Ortaöğrenimimi bitirdikten sonra, babam beni Mösyö Lepître'in vasiliğinde bıraktı: Yüksek matematik öğrenmem, bir yıl hukuk okumam ve yükseköğrenime başlamam gerekiyordu. Kalacak bir pansiyon odam bulunduğundan, sınıflardan da kurtulduğumdan, yoksullukla ilgim kesilecek sandım. Ama yaşım on dokuz olmakla birlikte –belki de on dokuz olduğu için– babam beni eskiden okula yiyeceksiz yollayan, kolejde en küçük eğlencelerden yoksun bırakan, bana Doisy gibi bir alacaklı kazandıran düzeni yine sürdürdü. Pek az para geçti elime, Paris'te parasız ne yapılabilirdi? Öte yandan, özgürlüğüm de ustalıkla zincirlendi. Mösyö Lepître, beni Hukuk Okulu'na bir öğretmen yardımcısıyla yolluyor, o beni öğretmenin eline teslim ediyor, sonra da gelip alıyordu. Beni kötü şeylerden koruma konusunda annemin korkularının esinlediği önlemler, bir genç kızı korumak için bulunan önlemlerden bile fazlaydı. Paris, büyüklerimi haklı olarak ürpertiyordu. Pansiyonlarda genç kızların kafasına takılıp duran şeyler, erkek öğrencileri de gizli gizli uğraştırır; ne yapılırsa yapılsın, kız öğrenciler hep sevgiliden söz edeceklerdir, erkek öğrenciler de kadınlardan. Ama o zaman, Paris'te arkadaşlar arasındaki konuşmalar Palais-Royal'in Oryantal, tantanalı dünyasının egemenliğindeydi. Palais-Royal, paraların su gibi aktığı bir aşk "Eldoradosu"ydu. En el değmemiş kuşkularımız orada sona eriyor, tutuşmuş meraklarımız orada yatışabiliyordu! Palais-Royal ile ben, bir türlü buluşamadan birbirine doğru yönelmiş iki asimtottuk. Yazgı bütün çabalarımı bakın nasıl çelmeledi.

Babam beni Saint-Louis Adası'nda kalan bir yaşlı akrabaya tanıtmıştı, perşembe ve pazar günleri ona akşam yemeğine gitmem gerekti. Bu günlerde pansiyondan çıkma alışkanlığında olan Mösyö Lepître ya da karısı, beni getiriyor, akşam eve dönerken de alıyorlardı. Eşsiz teneffüsler! Listomère Markizi "teşrifat" düşkünü bir büyükhanımdı, hiçbir zaman bana bir liracık vermek gelmedi aklına. Bir katedral gibi yaşlı, bir minyatür gibi boyalıydı, görkemli bir giyinişi vardı, köşkünde sanki XV. Louis ölmemiş gibi yaşıyor, yalnız yaşlı kadın ve beyzadelerle görüşüyordu; bu fosilleşmiş bedenler topluluğuna katıldım mı, bir mezarlıkta sanıyordum kendimi. Hiç kimse bana bir şey söylemiyor, ben de ilk sözü kendim söylemeyi göze alamıyordum. Düşman ya da soğuk bakışlar, herkesi sıkar gibi görünen gençliğimden utandırıyordu beni. Bir gün, yemek biter bitmez Galeries de bois'ya uçmak üzere sıvışmayı kurarken, kaçışımın başarısını bu ilgisizliğe dayandırmıştım. Bir kez vist oyununa daldıktan sonra, teyzem bana hiç dikkat etmez oluyordu. Oda uşağı Jean'ın da Mösyö Lepître'e pek aldırdığı yoktu; ama yazık ki, bu kahrolası yemek, çenelerin aşınmışlığı, dişlerin bozulmuşluğu yüzünden uzadıkça uzuyordu. En sonunda bir akşam, saat sekizle dokuz arasında, kaçış gününde Bianca Capello gibi yüreğim çarpa çarpa merdivene gelmiştim; ama kapıcı bana kordonu çektiği zaman, Mösyö Lepître'in arabasını sokakta, kendisini de o kesik soluklu sesiyle beni sorar gördüm. Rastlantı, tam üç kez, kaçınılmaz bir biçimde, Palais-Royal'in cehennemiyle gençliğimin cenneti arasına girdi. Yirmi yaşımda bilgisizliğimden utanıp da buna son vermek için bütün tehlikeleri göze almaya karar verdiğim gün, Mösyö Lepître, arabaya binerken –güç işti bu, XVIII. Louis gibi şişman ve topaldı!– yanından sıvıştığım anda, ne olsa beğenirsiniz! Tatar arabasıyla annem geliyordu. Bakışı durduruverdi beni, yılan görmüş bir kuş gibi kalakaldım. Hangi rastlantı mı karşılaştırmıştı beni onunla? Çok doğal bir şey. Napoléon son birkaç atımlık barutunu kullanmaktaydı, Bourbonların geri döneceklerini sezinleyen babam, imparatorluğun dışişlerinde memurluğa başlamış olan kardeşimi aydınlatmaya geliyordu. Annemle birlikte Tours'dan ayrılmıştı. Düşmanların yürüyüşünü akıllıca izleyenler için başkenti tehdit eder görünen tehlikelerden uzak kalayım, diye, annem beni Tours'a götürmeyi üzerine almıştı.

Paris'te kalmanın benim için ölümcül olacağı bir anda, buradan birkaç dakika içinde alınıp götürüldüm. Bastırılmış isteklerle sarsılıp duran bir imgelemin acıları, sürekli yoksunluklarla hüzünlenmiş bir yaşamın sıkıntıları, manastıra çekilen insanlar gibi, kendimi çalışmaya vermek zorunda bırakmıştı beni. Çalışma bir tutku olmuştu benim için; gençlerin baharsı yaradılışlarının çekici edimlerine uymaları gereken dönemde içeriye kapanmama yol açtığından, böyle bir tutku benim için çok kötü sonuçlar verebilirdi.

Vadideki ZambakHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin