Tarafsız Kulenin Altında

48 0 0
                                    

- "Seni gerizekalı" diye bağırdı.
- "Neden aptal aptal bana bakıyorsun".
- "Sabahtan beri su için bekliyorum. Acil olarak su bulun bana. "

Bu kadar acımasız bir günün başlangıcında, altı diyarın tam ortasında duruyordu. Neden sorusu geçen yıllar içinde anlamını yitirmiş, sessizliğin içindeki basit bir kelime olarak kalmıştı. Son savaşı tam karşısında duruyordu. Aslında istekliydi bu savaş için.  Savaşlar eskiden anlamsız ve acımasız gelirdi. "Neden insanlar birbirlerini öldürürler ki" derdi. Nedenlerini bilmese bile acımasızlığı gördükçe içi sızlardı. Peki ya şimdi? Sadece basit bir eğlence. Savaş nasıl eğlenceli oldu. Bundan ne zaman zevk almaya başladı. Ya, askerlerin saçma korkuları.

- "Korkulardan ne zaman zevk almayı öğrendim ben" dedi. Cevap alamadı. O sırada derinlerden gelen kemik seslerini duydu. Eklemlerdeki sıvılar olmadığı için, gıcırdayarak gelen o iğrenç ses. Ses yükselmeye devam ettikçe, susuzluğunu hatırladı. O ses su getirmeye gitmişti. Kendi kendine güldü. Kafasını arkasına çevirdiğinde gülme hissi inanılmaz bir hale geldi. Tek kolu olmayan aptal iskelet bir matara bulmuş ve ona doğru koşmaya çalışıyordu. Matara ona doğru yaklaştıkça, üzerine kazınmış inanılmaz ağaç desenleri dahada dikkatini çekiyordu.  Güldü.  Bu Norm 'ların simgesi değil mi?

- "Geçen bahar yaptığımız savaştan ganimet mi topladın? " , Sonra aklına geldi.
- "Ah salak ben ".
- "Şimdi hatırladım" . Suyun temiz olup olmadığı bile umrunda değil. Anlaşmaya göre dünyevi zevkler karşılığı, yeni büyüyü öğrenecekti. Artık o tatlı sulu kırmızı elmanın tadı, yeni pişmiş güvercin yahnisinin kokusu yoktu. Hepsi aynı çamursu tada sahipti. Karşılığı ise en korkulan necromancer olmasıydı.

- "Kralımın adıyla çık karşıma" diye bir bağırtı geldi. Kralım ? Ahaha "kralın kim" dedi. Bu altı diyar eskiden çok komik kişilerce yönetiliyordu dedi kendi kendine. İki kişi savaşacak ve savaş bitecek yani öyle mi? Komik krallar dedi içinden. Kafasını kaldırdı. Süvariye baktı. Özel biri olduğu belliydi. Gümüşten yapılmış ön göğüs zırhına, altın işlemelerle geyik vucüdu eklenmişti. Kafasını komple kapatan iri bir kask vardı. Adam atına eziyet ediyor gibi duruyordu. O ağırlığı her at kaldıramazdı. Ayaklarına neden zırh koyarsınız ki? Sanki onlar seni koruyabilecek?

- "Sana diyorum rezil, ne cüretle senin gibi bir günahkar, Kralıma ait kutsal topraklara göz diker" ?
- "Çık karşıma pislik, korkak ". Son lafı olmamıştı. Ne demek korkak dört diyar ayakları altında diz çökmüştü. Üstelik her krallıktan en seçkin askerleri ezdiği halde ilk kez korkaklıkla suçlanmıştı. "Aha aha". Unuttum fahişeler diyarında savaşmamıştım.

- "Dinsiz sapık, adi korkak çık karşıma".

Süvarinin konuşması sıkmaya başlamıştı. Ne demek sapık. Yavaşça dizlerinin üzerine dikildi. Nerdeyse kulenin dibinde biten elma ağacının - asla tadını alamadığı - o tatlı meyvesi yüzüne çarpacaktı. Kalçasında ki tozu çırptı. Süvarinin yüzüne baktı. "O kask sana dar gelmiyor mu?" dedi. Bir şeyler mırıldandı. Süvari ne olduğunu o an anladı. Kask yavaşça küçülüyordu. Gıcırtılar artıyordu. Yavaşçaydı. Süvari şoka uğradı. Kasktan kurtulmalıydı. Çıkarmak için yardımcısını aradı.
- "Acele etmelisin süvari. O kask birazdan kemiklerini kıracak"

Süvari acele ettikçe, eli ayağına dolanıyordu. Son anda kaskın bir parçası yanağına girdi. Tam o anda kaskı çıkarmayı başardı. Kask elinde hala içeriye doğru, büzülmeye devam ediyordu. Dehşet içindeydi. Süvari daha öncede büyü olan savaşlara katılmıştı. Ama bu çok farklıydı. Kafasını kaldırığı anda o gülümsemeyi gördü. Zevk aldığı her halinden belliydi.

- "Sanki biraz korkmuş gibisin" dedi. "Peki en korkunç kabusun ne senin süvari" diye bağırdı!

Süvari korkusuzlukla ünlenmişti. O kadar korkusuzdu ki, bir grup düşmanın içine çıplak elleri ile dalabilirdi. Ama onun bile korktuğu bir şey vardı. Bir anda gözleri karardı. Süvari bağırmaya başladı.
- "Yalvarırım, bırak beni, olamaz, hayır". Asker olmayan bir şeyle savaşıyordu. Ama kollarını bile kıpırtacak mecali yoktu. Yere düştü. Bağırıyordu. Göz bebekleri simsiyah olmuştu. - - "Yalvarırım bırak beni, ne olur".
Bir anda necronun gözü arkaya kaydı. Bu diyarda ne çok asker var. Korkularını hissediyorum. Çok zevkli olacak dedi. Yan taraftaki kayaya baktı. Önce eline hançerini aldı. Fahişeler diyarında bu kadar ince zevkli kılıçlar bulmak harika demi diye içinden geçirdi.
Eline ince bir kesik attı. Kaya parçasına fırlattı. Derinden dudakları kıpırdıyordu. Asker grubu bir ona, birde korkusuz süvariye bakıyordu.
-"Hayır, bırak bırak. Yalvarırım, ne istersen veririm. Lütfen." - Süvari ağlıyor ve dövünüyordu. Süvari yerde bağırarak yalvarırken, ön gruptan biri kafasını yana çevirdi. O an imkansızı gördüğüne emin oldu.

Bir Necromancer'ın GünlüğüWhere stories live. Discover now