XX| snowflakes

Mulai dari awal
                                    

Lord Leonardo DiCaprio ve Lord Brad Pitt... Anneleri tarafından kuzen olan bu iki büyük lord güzelliklerine önem verirlerdi. Yeşil mavi gözleri ve sarı saçları ile kadınlar ilk bakışta onlara aşık olur, ellerine ise bir erkek evlat bırakmak isterlerdi. Lord Leonardo böyle bir teklife hayır demezdi çünkü birçok karısı vardı kalesinde. Çok fazla kadın. Lord Brad ise kuzeni gibi olmasa da bunu yapacağına emindi. Lordun bir karısı vardı. Leydi Angelina. Leydinin güzelliğini tüm diyar bilirdi ancak yine de bu, karısını defalarca kez aldatmadığı anlamına gelmezdi. Erkekleri anlamıyordu Shawn. Bir kadınla evlendiğinde bazı yeminler ederdin. Ona sadık olmak ve onuruna leke sürmeyecek gibi yeminler...

Bu yeminlerin kuzeydeki kadınlar için geçerli olduğu bir gerçekti. Zira kadının kocasını aldattığı ortaya çıktığında kendisine bir ölüm beğense iyi olurdu. Fakat adam karısını aldattığında ise kimse bir şey demiyordu. İşte Shawn' ı esas kızdıran da buydu. Evleneceğim kadına hep sadık olacağım, diye düşündü. Babam gibi olacağım. Babam her zaman annemi sevdi ve ona sonsuz bir sadakatle bağlı kaldı.

Tüm lordlar birden ayağa kalktığında toplantının bittiğini anlamıştı Shawn. Öyle dalgındı ki, bir an için insanların neden ayaklandığını algılayamamıştı. Kendisi de ayağa kalkıp kralı için selam verdikten sonra çadırdan dışarı çıktı. Hem bu kapalı ve boğuk ortamdan sıkılmıştı hem de acilen su dökmesi gerekiyordu. Michael peşinden geleceği sırada kendisi için birkaç dakika vermesini istedi. Michael da prensi çadırının önünde bekleyeceğine dair söz vermişti. Ona selam veren lordlara hafif bir baş sallaması ile cevap vererek kampın batı tarafına doğru hızlı adımlarla yürüdü. Kamp öyle büyüktü ki ormana açılan bölgeye hiçbir zaman varamayacağını düşünmüştü bir an. Neyse ki ormana geçiş yaptığında biraz daha yürüdü ve onu kimsenin göremeyeceği bir noktaya vardı. Pantolonunun düğümünü çözdü ve organının ucunu ağacın dibine doğru yönelttiğinde içinde tuttuğu idrarı serbest bıraktı. Kuzey topraklarının sonuna gelmelerine rağmen hava öyle soğuktu ki idrarından buharlar yükseliyordu ve Shawn garip bir şekilde gözlerini buhardan ayıramamıştı. Sonunda işi bitti ve rahat bir nefes vererek yünlü pantolonunu toparladı. Arkasını dönüp kampa geri döneceği sırada üç metre arkasında, elinde neredeyse paslanmış bir kılıç olan bir adam ile karşılaştı. Üzerindeki kıyafetler çok eskiydi. Muhtemelen yıllardır giyiyordu bu kumaş parçalarını. Yırtık ve delikler içinde olan pelerininin başlığı başının çoğunu kapatsa da yağlı, uzun, bitli saçları omuzlarından dökülüyordu. Shawn ilk bakışta onun bir haydut olduğunu anlamıştı. Bunun gibi birçok haydutla karşılaşmışlardı yol boyunca.

"Bana zarar verirsen seni ve aileni öldürürler." dedi Shawn sinir bozuculuktan uzak bir sesle. Haydut hayatı yaşayan insanların çoğu bu hayata mecbur kalmıştı çünkü. Onların da içindeki iyiliğe inanırdı.

"Ailem çoktan öldü. Ben de öleceğim. Ne fark eder?"

"Benim kim olduğumu biliyor musun?" .

Haydut güldü ve kılıcını kendisine çevirerek bitli saçlarını kılıcının ucuyla kaşıdı. "Kim olduğunu buradan bakan herkes görebilir Yumuşak Prens. Küçük sürtük kardeşin bile senden daha kuzeyli. Ormanda bunlar söyleniyor." Tekrar güldüğünde yere tükürmüştü. "Kılıcım senin kanını tattığında ilk defa kuzey için bir iyilik yapmış olacağım."


"Ölmem hiçbir şeyi değiştirmez." Shawn korkuyordu. O kendisini savunmayı bilmezdi ki... Üstelik kamptan çok uzakta, onu burada koruyacak kimse yoktu.

fire and blood • malikTempat cerita menjadi hidup. Temukan sekarang