2. Bölüm

5.3K 188 18
                                    

Şu anda tekrar somutlaştırmaya çalıştığım, o zamanlar olduğum kişinin de kendisini, başkalarının inandığı gibi mutlu bir insan olarak kabul edip etmemiş olduğunu ise artık bilmiyorum, çünkü şimdi o maceradan tüm duygularımla çok daha dolu ve tatminkâr bir anlam beklerken geçmişe dönük her türlü değerlendirme bana olanaksız görünüyor. Fakat neredeyse tüm isteklerimin yerine geldiği ve yaşam karşısındaki beklentilerimin karşılıksız kalmadığı o dönemde kendimi hiçbir biçimde mutsuz hissetmemiş olduğumu da kesinlikle söyleyebilirim. Ne var ki kaderin tüm beklentilerimi yerine getirmesi ve benim de bunun ötesinde hiçbir şey talep etmeyişim bir alışkanlık haline geldiğinden bu hal giderek yaşamımda bir heyecan eksikliğine ve cansızlaşmaya yol açtı. O dönemde bazı yarı farkındalık anlarında bilincine tam varmadan içimde özlemini çektiğim şey arzulardan ziyade, arzulama arzusuydu; daha güçlü, daha bağımsız, daha tutkulu, daha doyumsuz istek duyma, daha yoğun yaşama, belki de acı çekme ihtiyacıydı. Fazlasıyla aklı başında bir yöntemle varoluşumdan bütün çelişkileri uzaklaştırmıştım ve bu çelişki yokluğu canlılığımı söndürüyordu. İsteklerimin giderek daha da azaldığını ve zayıfladığını, duygularıma bir tür donukluğun yerleştiğini görüyordum; belki de en iyisi şöyle ifade edecek olursam, bir tür ruhsal iktidarsızlık ve yaşamda tutkuyla yer alabilme yetersizliği hissettiğimi söyleyebilirim. Bu eksikliğimi önce küçük işaretlerden fark ettim. Tiyatrolardaki ve salonlardaki bazı sansasyonel toplantılara katılmayı giderek daha sıklıkla ihmal ettiğimi, övgüyle söz edilen kitapları ısmarlayıp sonra da haftalarca hiç dokunmadan yazı masamın üzerinde bıraktığımı gördüm; gerçi mekanik bir biçimde merak duyduğum şeyleri toplamaya, kadeh ve antika satın almaya devam ediyordum, ama onları düzenlemekten vazgeçmiştim ve bazen uzun zamandır peşinde olduğum nadir bir parçayı beklenmedik bir anda ele geçirdiğimde bile doğru dürüst sevinmiyordum.

Fakat ruhsal diriliğimdeki bu ağır gerileme ve değişimin bilincine ancak hâlâ gayet iyi hatırladığım belli bir olaydan sonra vardım. Yine hiçbir yeniliğin harekete geçirip canlandıramadığı bu tuhaf uyuşukluk nedeniyle olsa gerek, o yazı Viyana'da geçiriyordum ki, bir hanımın kaplıca otellerinden birinden gönderilmiş mektubu geldi, aramızda üç yıldan beri yakın bir ilişki vardı, hatta samimi bir biçimde onu sevdiğimi söyleyebilirdim. Bana yazdığı heyecan dolu on dört sayfa boyunca orada geçirdiği son haftalarda kendisine çok şey ifade eden, hatta her şeyi haline gelen bir adamla tanıştığını, sonbaharda evleneceklerini ve aramızdaki ilişkinin bitmesi gerektiğini anlatmıştı. Benimle birlikte olduğu zamanı pişmanlık duymadan, hatta mutlulukla hatırlıyordu, yeni bir evliliğe adım atarken benimle ilgili anıları, geçmişte bıraktığı yaşamın en hoş anıları olarak kalacaktı ve bu ani kararından ötürü onu bağışlayacağımı umut ediyordu. Heyecan yüklü mektup bu yansız açıklamadan sonra son derece dokunaklı yeminlere ve antlara geçiyordu, ona gücenmemeliydim ve bu ani vazgeçiş – beni üzmemeliydi, onu bana geri dönmesi için zorlamamalı veya kendime zarar verecek bir aptallık yapmamalıydım. Giderek daha hararetlenen satırlar birbirini izliyordu: Daha iyi birinde teselli bulacağımı umuyor ve bu mektubu nasıl karşılayacağım konusunda endişeli olduğundan ona hemen yazmamı istiyordu. Ayrıca mektubun sonuna ek olarak kurşunkalemle alelacele şunlar yazılmıştı: "Bir budalalık yapma, beni anla, beni bağışla!" Bu mektubu önce aldığım haberden duyduğum şaşkınlıkla okudum, sonra sayfaları biraz karıştırıp ikinci bir kez, bu defa biraz utanarak okudum ve bilincine vardıkça içimi bir korku kapladı. Çünkü içimde, sevgilimin anlaşılır biçimde öngördüğü bütün o güçlü ve doğal duygulardan hiçbirinin bir belirtisi dahi uyanmamıştı. Yaptığı açıklama bana acı vermemişti, ona gücenmemiştim, hele kendime veya ona şiddet uygulamayı bir an olsun aklımdan geçirmemiştim; içimdeki bu duygusal soğuma o kadar tuhaftı ki, beni korkutmamıştı bile. Yıllar boyunca hayatıma eşlik etmiş olan, yumuşak, sıcak bedeni bedenime değerek, soluklarımız birbirine karışarak uzun geceler geçirmiş olduğum bir kadın benden kopuyordu ve içimde hiçbir kıpırtı uyanmıyordu; olanlara karşı çıkmıyor veya onu geri döndürmeye çalışmıyordum; bu kadının sağlıklı içgüdüsüyle gerçek bir insandan beklediği olağan duygulardan hiçbiri içimde uyanmamıştı. O an içimdeki bu donuklaşma sürecinin ne kadar ilerlemiş olduğunu birden görüverdim – hiçbir yere tutunmadan, hiçbir yerde köklenmeden, akan suyun üzerinde kayar gibi yaşıyordum ve bu soğuklukta ölü, cesedimsi bir yan olduğunu gayet iyi biliyordum; gerçi henüz çürümenin kötü kokan soluğu hissedilmiyordu, ama umarsız bir donukluk, acımasız, soğuk bir duygusuzluk yerleşmiş, yani bedensel anlamda gerçek ölümün ve çürümenin dışarıdan da görüldüğü aşamanın eşiğine gelmiştim.

Olağanüstü Bir GeceHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin