Bölüm 1 - Sürgün

242 31 34
                                    

Gökyüzü epey korkutucuydu. Şimşeklerin eşliğinde olan yağmur daha da ürkünç olmasına neden oluyordu. Köy, sel altında kalmıştı. Kaldırımın üzerinde duran çocuk, suda boğulmamak için hayatta kalma mücadelesi veriyordu. Ancak kimse onun imdadına koşamazdı. Yol sular içindeydi ve sokakta çocuk hariç hiç kimse bulunmuyordu. Küçük çocuk on veya on bir yaşlarındaydı. Her tarafa yayılan yıldırım seslerinden çocuğun ağlama sesi bile duyulmuyordu.

"Yardım edin!"

Sesi ve ağlaması gittikçe artmıştı. Buz gibi soğuk olan sular çocuğu neredeyse yutmuştu. Yaşamla ölüm arasında kalan çocuk boğulmamak için elinden geleni yapmaya çalıştı ama bu kadar zor bir olaya minik bedeni dayanamamıştı. Artık öleceğini anlayan çocuk kendini bıraktı. Bıraktı fakat onu yukarıdan bir çift zırh eldiveni tuttu ve yukarı taşımaya çalıştı. O iki eldivenin sahibi bir şövalye idi. Miğferinden dolayı yüzü gözükmüyordu. Çocuk öksürmeye başlamıştı, soğuktan fena hastalanacaktı. Daha sonra da gözlerini ovuşturdu ve kendisini kurtaran kahramanına baktı. Metal zırhı sular içinde kalmış şövalye, zar zor yürümeye çalıştı. Şövalyenin zihni şu an sadece çocuğu kurtarmaya yönelmişti. Çamur içinde olan suların ortasında kalmıştı şövalye. Yol ilerledikçe daha çok zor oluyordu. Etrafına bakarak güvenli bir bölge aradı. Aradı aramasına da sonuç hüsrandı. Çelikten yapılmış ıslak botları çoktan paslanmaya başlamıştı. Bu muazzam yağmur iki kişinin de umutlarını yok etmişti. Şövalye, sele boyun eğerek diz çökmüştü. Çocuk ıslanmasın diye havaya kaldırdı. Suyun fazlalığı çoğaldı. Su, şövalyenin kaskını alıp götürmüştü. Şövalye boğulmasına rağmen baygın çocuğu korumak için hala onu havada asılı bırakmıştı. İnatçı şövalye artık bu dünyada değildi. Yine de çocuk hala hayattaydı. Ayıldığında havada olduğu fark etti. Soğuktan titreyen çocuk havaya baktığında kapkara bulutların yavaş yavaş kaybolduğunu gördü. Çocuk derin bir nefes aldı. Havadaki nefret kusan kara bulutlar yerine pırıl pırıl parlayan bir güneş çıkmıştı. Güneşin sıcaklığı çocuğun tenini kurutuyordu. Saatlerce, çocuk havada asılı kalmıştı.

(İki saat sonra)

Her tarafı kaplayan sel, güneşin etkisiyle kaybolmuştu. Bunlar olurken de çocuk uykuya dalmıştı. Köy halkı, Köy Meydanı ortasında duran ölü şövalyeyi ve çocuğu görünce şok geçirmişti. Köy muhtarı aceleyle baş rahibi getirmeye gitmişti. Muhtar, telaşla rahibin evinin kapısını tıklattı. Rahip kapıyı açtığında muhtarın solgun yüzünü görünce şaşırmıştı.

"Baş rahip, hızlı bir şekilde benimle gelmelisin!"

"Ne oldu muhtar, yine mi çiftlik hayvanları kaçtı?"

"Hayır! Daha da kötüsü. Benimle gelirsen sen de anlayacaksın!"

Muhtar, rahibin cüppesinden sıkıca tutarak olayın olduğu yere götürmüştü.

"Olamaz, Şövalye Linus!"

"Evet, maalesef... O ölmüş..."

Baş rahip üzüntü içinde cansız şövalyenin yanına gitti. Üzerindeki çocuğa baktı.

"Seni kahrolası yaratık!"

Şövalyenin üzerindeki çocuğu, kaldırarak yere doğru fırlattı. Çocuk sert yerin hissettirdiği acıdan dolayı uyandı.

"Bu-burada ne oluyor?!"

"Seni lanet olası! Hem şeytansın hem kekeme."

Çocuk, olanlara bir anlam veremiyordu. Muhtar, rahibi sakinleştirmek için yavaşça elini omzuna koydu.

"Ben şeytan da değilim kekeme de! Sizin bu ırkçılığınıza artık tahammül edemeyeceğim."

Rahibin yüzü, kıpkırmızı bir hal almıştı. Muhtar, durumu düzeltmek için aralarına girdi.

NethraHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin