Yerinden kalktı gitmek için. Daha fazla batırmak istemiyordu kendini. Hem sonuçta Castle iyiydi, önemli olan da buydu. İyi geceler dileyecekken esmerin hızlıca ayağa dikildiğini gördü. Diyecek bir şeyleri varmışçasına geçti önüne.

"Çay içmek ister misin? Rahatlamak için yani..."

Jongin'in eli ensesine gitmiş, kaşınmayan bir yeri kaşımaya çalışıyordu. Öyle utanmıştı ki ufacık bir saç dilimini çekti kendine gelebilmek, acıyla kendini uyandırmak için. Aralarındaki bu garip havayı dağıtmak isterken daha da beter yapmıştı. Yani öyleymiş gibi duruyordu. Fakat Kyungsoo eviymişçesine odanın balkon kapısını açıp dışarı çıktığında şaşkınlıkla bakakalmıştı.

"Sadece siyah çay seviyorum."

Arkasından da cevaplamıştı utanmazca. Başını o görmese bile anladığını belirterek salladı ve odanın içindeki ısıtıcıda suyu kaynatmaya başladı. Uzun bir gece olacaktı. Uzun ama beyaz bir gece.

***

Tao kapının kulbunu sağa doğru çevirip içeri adımlarını attı. Arkasını dönük adamın onu beklediğinin farkındaydı ki kendisi de onu görmek için gelmişti. Ne kadar da heybetli duruyordu arkadan öyle. Kendisi de uzundu fakat onun yanında küçük kalıyordu, bu hissi seviyordu gerçi. Karanlık odada adımlarını atarken içeri girmeyi başaran tek ışık şehrinkilerdi. Açık camdan kendisine doğru esen rüzgar bir anlığına yüzünü hissedememesine neden olmuştu; geceler soğuyor, sevgilisinin kolları gittikçe daha sıcak oluyordu. Bu yüzden oyalanmadan ona sardı uzuvlarını.

Erkeksi kokusu hemen dolmuştu burnuna. Boynuna bir öpücük kondurdu dayanamayıp tam da kokunun geldiği yere. Yüzünde bir gülümseme oluştuğunu hissediyordu Yi Fan'ın. Ne zaman öpülse hoşuna giderdi bu noktadan. To bunun hiç kendine özel olup olmadığını sorgulamamıştı ama düşünmek de istemiyordu, kimsenin sevgilisine bu kadar yakın olmasına dayanamazdı. Kalbi düşüncelerinin yarattığı anlamsız kıskançlıkla kasıldı. Gözleri yeşile dönmeden saniyeler önce durdurdu kendini. Yıldızların olmadığı bir gecede yıldızlardan daha parlak bir adamla birlikteydi ya işte önemli olan buydu.

Kıskanması gereken kişi kendisi değildi.

Omzuna atılan uzun kolla derin bir iç çekti. Aklına aslında buraya gelmesine neden olan şeyler akın etmişti. Birkaç saat önce olanlarla, yan odadaki insanlarla alakalı karmaşık hisleri vardı. Şehirdeki binalara benziyorlardı bir açıdan bakınca. Kendi baktığı şehrin yanından konuşuyordu en azından. Her biri bambaşka ruhları barındırıyordu içinde. Farklı boyutlarda, farklı şekillerdelerdi ancak tek bir yerde beraber hayatta kalmaya çalışıyorlardı.

Bazıları yıkılıyor, bazıları tadilata giriyordu. İçindekiler değişiyor görünüşü aynı kalıyordu. Hayat ilerliyor ve binalar buna uyum sağlıyordu sahipleriyle birlikte. İnsanlar da böyle değil miydi zaten?

Bazıları dayanamıyordu ayakta durmaya, yıkılıp gidiyordu öylece. Bazıları baştan yaratmaya çalışıyordu kendini. Ya içini ya dışını ya da ikisini birden gördüğü hasarlar yüzünden. Bir de bazıları vardı ki onlar menfaat için yok oluyordu. İşte Tao için sorunun başlanfgıcı burasıydı. Çünkü içinde kaybolmaması gereken ruhlar vardı.

"Jongin'i gördün mü?"

Başını onaylarcasına salladı Yi Fan. O kadar yakınlardı ki birbirlerine hissedebilmişti bunu. Vücudu onunkiyle beraber yaşıyor gibiydi.

"İyice gördün mü? Yaptığınızın neye sebep olduğunun farkında mısın?"

Kolunu onun omuzlarından çekip geriye doğru adımladı uzun olan. Yüz ifadesine bakacaktı ciddi olup olmadığını anlamak için. Sevgilisinin kaşları çatık, huysuz ve şımarık bir bebekmiçesine hareketleri vardı. Kesinlikle tatlıydı ancak bununla uğraşabileceği bir zaman diliminde değillerdi.

JudasWhere stories live. Discover now