Bölüm-10 ÇABA

4.3K 274 130
                                    

Çanını yediklerim 10.Bölüm geldi❤️ Her şey planladığım gibi gidiyor şimdilik,
Diğer bölümde 3 gün sonra gelir büyük ihtimal😌
💁🏼‍♂️Sizden istediğim diğer bölümü vote(oy) ve yorum yağmuruna tutmuştunuz çok mutlu oldum❤️
Şimdi de oy verip düşüncelerinizi yazarsanız çok sevinirim,
İyi okumalar,
Sizi seviyorum😌
Bölüm-10

"Çaba"

İdil ile konuşmayalı tam dört gün olmuştu. O gün cümlesini bitirdikten sonra hayatımın en büyük şokunu yaşamıştım. Tutulduğum kadın, kendisini benim yüreğimden kendi elleriyle bir çırpıda söküp almıştı sanki. Ne diyeceğimi, ne soracağımı bilememiştim. Dakikalar boyu sadece gözünün içine baktığımı hatırlıyorum. Tek kelime dahi etmemiş bir yorumda dahi bulunmamıştım. Hayatımdaki en korktuğum durum tekrar başıma gelmişti. Koca bir boşluğa düşmüştüm kimsenin gelip çıkaramayacağı bir boşluk. O gün sadece masadan kalkıp gitmiştim. Sanki kafamın içi yeni yapılmış bir ev misali bomboştu. Düşünemiyordum, tek isteğim yurduma gidip tüm bunların bir rüya olduğunu varsaymaktı ama hepsi gerçekti. Ben masadan kalkıp gittikten sonra ne Bora gelmişti arkamdan ne de İdil... Çünkü planladıkları şey olmuştu ben o masadan kalkıp gitmiştim. Hesap etmişlerdi, hesaplarına uygun davranmıştım. Eğer o masada kalıp durumu dinleseydim olayın seyri çok daha farklı olabilirdi. Farklı olacağına da adım gibi emindim.
Hayatın beni yakmasından sonra ufak bir kıvılcımdan dahi korkar olmuştum. Artık yazmaya niyetim yoktu. Hele sevgi denen bir alev topu tarafından yanmaya hiç niyetim yoktu. İdil beklediğimden çok daha güçlüydü, duyguları demir gibi sağlamdı.
Konuşurken ne sesi titremiş, ne de duygularına yenik düşmüştü. Halbuki bana kendini böyle tanıtmamıştı. Bazı şeyleri artık anlamlandıramıyordum. Zaten dört gün boyunca İdil ve Bora ile hiç konuşmamıştım.
İdil hiç mesaj atmamıştı, söyleyeceği her şeyi söylemişti. Daha fazla konuşsa bile son cümlesinden sonra diğer söyleyeceklerinin pek bir önemi yoktu. Bora ise her gün mesaj atarak konuşmamız gerektiğini söylüyordu ben ise sürekli kaçıyordum. Denk gelmemek için kantine yalnızca geceleri iniyordum, okula tek başıma sabahtan gidiyordum. Bir gün ben odada yokken odaya gelmişti bir daha da gelmeye cesaret edemedi. Konuşmak için ona "Evet" demediğim sürece cesaret edemeyecek gibi duruyordu. Zaten neyi konuşacaktık? İdil'i tanıdığı halde tanımıyor gibi davranmıştı, İdil'in durumunu bildiği halde tek kelime bile söylememişti. Böyle bir insana güvenecektim ben? Bu şekilde davranan birisine dostum mu diyecektim?
Asla.
Şu an olayların iç yüzünü dinlemeden yorum yapıyordum ve ona göre davranıyordum. Hatalı olduğumun da farkındaydım. Ne zaman birine karşı gardımı indirsem yumruğu yiyordum, ne zaman çok şey bilmeye başlasam canım yanıyordu. Sonuçta olan yine bana oluyordu. Diğer insanların derdini kendime dert ediniyor sıkıntısını çözmek için her şeyimi feda ediyordum. Ama durumlar sonuçlandığı zaman herkes güçlü çıkarken ben tükenmiş bir şekilde çıkıyordum. Bu sefer bunun olmasına izin vermeyecektim. Benden önce hayatlarına nasıl devam ediyorlarsa aynen öyle devam edebilirlerdi.
Okuldaki finallerim tüm bu olanların üstüne berbat geçiyordu. Yarın son bir sınavım vardı. Yatağımdan doğrulup anayasa kitabımı aldıktan sonra çalışma odasına geçtim. Bütün bu olanları düşünmeden kendimi sadece derse vermeliydim. İleride savcı olmayı hedefliyordum ve bu meslekte duygusallığa yer yoktu. Mantık her zaman ön planda olmalıydı ve ben de kendimi buna hazırlıyordum. Aslında sadece savcılıkta değildi bu, tüm hayatımızda da böyle olmalıydı. Ne zaman mantık duygusallığın önüne geçerse işte o zaman insan özgür olurdu.
***
Telefonumu uçak moduna alıp, hocanın en son geldiği yeri işaretledikten sonra bir yandan önemli gördüğüm yerlerin altını çizip not alıyordum. Kendimde  en sevmediğim huylardan biri de sürekli not alarak çalışıyordum ve efsane bir zaman kaybı oluyordu. Maalesef sadece not alarak çalıştığım zaman anlıyordum. Bir nevi takıntıydı ve bu takıntılarım beni yavaşlatıyordu. Not alırken bir kelimeyi dahi eksik yazsam, ondan sonra yazdığım tüm yerleri silip doğru kelimeyi yazdıktan sonra devam ediyordum.
Tam kendimi derse vermiş ilerlerken omzumda bir elin varlığını hissettim. Yüzümü çevirdiğimde Bora öylece bomboş bir şekilde suratıma bakıyordu. Onunla gelmem için işaret yapmıştı ama şu an yapacağım en son işlerden biri Bora ile konuşmaktı. Yokmuş gibi davranıp önüme döndüm derse odaklanmasam da öylece kitabın altını çiziyordum. Bu sefer elini omzuma koymakla yetinmemi sert bir şekilde sıkmıştı. Kafamı döndürme zahmetinde bile bulunmamıştım. Ta ki herkesin ders çalıştığı oda da bağırarak:
"Konuşmamız gerekiyor" diyesiye kadar.
Bir anda herkes ders çalışmayı bırakıp bir iki saniyeliğine de olsa tüm gözleri üzerimize çekmiştik. O an öfkeyle kalkıp Bora'ya;
"Tamam, dışarı çık" dedim.
Çalışma odasından çıktığımızda neden kaktüse oturmuş gibi bağırdığını sorduğum zaman "şu an bu soruyu sormana sebep olmak için yoksa başka türlü yanımda dikiliyor olmazdın." dedi.
Merdivenlerden en alt katta bulunan kantine indik. Benim masalardan birine geçmemi işaret edip, büyük ihtimalle çay almaya gitti. En arka köşedeki masaya geçtim, birazdan istenmeyen görüntüler ve konuşmalara ortaya çıkabilirdi o yüzden göz önünde bulunmamıza gerek yoktu.
Elinde iki tane çay ile karşıma oturdu, yüzündeki ciddiyeti hala koruyordu. Tekrar ;
"konuşmamız gerekiyor" dedi.
Sanırım yüzüne öfkemi kusmak için bu soruyu bekliyordum. Düşüncelerim bir anda kelimelere dönüştü ve ben istemesem de ağzımdan dökülüverdi.;
"Sen ne saçmalıyorsun? Ne konuşacağımızı bir söylesene.. İdil ile iş birliğini mi konuşacağız, beni nasıl kandırdığını mı, neyi konuşacağım Bora? Ne seni ne de o ne olduğu belirsiz arkadaşınla konuşmak istemiyorum."
Aslında gerçek düşüncelerim bu değildi ama olması gereken buydu. İdil ile son bir kez olsun konuşmak isterdim. Her şeyi anlatsın içinde ne varsa döksün isterdim ama o zaman kontrol benden çıkardı ve buna asla izin vermezdim.
"Birincisi ben seni kandırmadım, en başından beri her şeyi sana anlatacaktım."
O kadar rahat kurmuştu ki cümlesini bu sefer bağırarak konuşan ben olmuştum.
"Neden anlatmadın o zaman, neden?" sanki bu anı bekliyormuş gibi rahatladığımı hissettim ve geriye doğru yaslandım. Şu anda Bora'nın ne diyeceği pek umurumda değildi kafamda kurduğum sahneyi gerçekleştirmiştim, içimde biriken öfkeyi hak ettiği bir şekilde yüzüne vurmuştum.
Çayından bir yudum alıp konuşmaya başladı.

Biçimsiz HayatHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin