zwei

507 48 11
                                    

"Jeon! Ne içersin?"

"Bir kutu bira başlangıç için ideal, biliyorsun."

"Pekâlâ, biralarımız geliyor~"

Hızlı adımlarla içerideki arkadaşına ilerledi. Jeon yerde oturmuş televizyondan sesli birkaç müzik seçerken; Minghao ise biraları orta sehpaya koyup onun yanına oturdu. Patlamış mısırları, biraları ve Minghao'nun en sevdiği Hollanda çikolatası masanın üzerinde duruyordu. Saat henüz on buçuktu. Bu yüzden ikisi de oldukça rahattı. Arkadan çalmaya başlayan romantik şarkıyla, Minghao gülümsedi. Gecelik ilişkilere sıcak bakmasa da, Jeonjae ile birkaç kez takıldıklarında onunla sıcak dakikalar yaşayışları hoşuna gitmiyor değildi. Gençti, kanı kaynıyordu elbette. Hadi ama... şimdiye kadar bunları yaşayabileceği bir sevgilisi doğru düzgün olmamıştı bile. Ellerindeki biralar su gibi birer birer bitip yerini yenilerine bırakırken saat çoktan on bir buçuk olmuştu. Şimdiki hâllerini sorarsanız, Minghao yerde; üstünde Jeonjae... birbirlerinin dudaklarını az önceki bira kutuları bellemişlercesine öpüşüyorlardı. Jeon sırıtarak dudaklarını çekti.

"Gittikçe daha iyi öpüşüyorsun. Pratiklerini sadece benimle yaptığını umuyorum."

"Hadi ama... başka kiminle yapabilirim ki?"

"Ne bileyim... Ming...Daha önceleri böyle bir ilişkimiz olduğunu kimseye söyledin mi?"

"Hayır. Kime söyleyeceğim? Kime güvenebilirsin şu dünyada?"

"Senden uzak durmam için beni uyaran birkaç mesaj geldi de..."

Kaşlarını çatan gencin aksine ondan geriye sayan sunucunun sesini duyan Jeon, Minghao'nun dudaklarına tekrar kapandı ve yeni yılın ilk dakikalarını birbirlerinin ağızlarına ufak inlemeler serbest bırakarak karşıladılar.

Bu mutlu anlar, güzeldi. Birbirine âşık olmayan lâkin güzel vakit geçirmesini bilen iki dostun, yeni yıldaki ilk dakikaları.

Sonrasında neler yaşanacağını kim bilebilirdi ki?

----

"Dikkatli git."

"Bunu tekrarlayalım."

"Rüyanda görürsün ancak. Bu üçüncü ve sondu."

"Az önce öyle demiyordun. Immh, Jeon!"

Minghao, taklidini yapan gence dil çıkardıktan hemen sonra kapıyı kapadı. Şimdi rahat bir uyku çekebilirdi.

Jeon uzunca bir yürüyüş onu beklediğinden kulaklıklarından birini takıp ellerini cebine koymuştu. Diğer kulağına gelen ikinci bir adım sesi hızlanmasına neden olmuştu. Kulaklığını çıkarıp sesleri iyi dinledi. Köprüde kimseler yoktu. Bu işleri daha ürkütücü yapıyordu. Arkadan gelen gri ceketli adam o durduğunda durdu. Jeonjae arkasını dönüp karşısındaki adama baktı.

"S-sen..."

"Uzun zaman oldu, Lee Jeonjae."

"Ne kadar korktum haberin var mı?"

"Sakinleş dostum. Sadece tek başıma eve giderken seni görünce... eski günlerdeki gibi bir kadeh içmeden bırakmak istemedim."

"Ne kadar ay oldu? Dokuz? On?"

"Bir sene."

Gri ceketli, elindeki bira şişesini açtıktan sonra el çabukluğundan da yararlanarak bileğine sakladığı ufak tüpten kendi elleriyle hazırladığı sıvıyı döktü. Jeon şişeyi alıp hemen kocaman bir yudum almıştı. Diğeriyse kendi şişesinden bir yudum bile almayıp yere bıraktıktan hemen sonra siyah eldivenli ellerini cebine koydu. Demirlere kendini yaslarken Jeonjae çoktan nefessiz kalmıştı. Yakıcı kimyasalların içilmemesinin gerektiği, ilkokul eğitiminde veriliyordu oysaki, zavallı Jeonjae.

"Sana defalarca kez, benim Minghao'mdan uzak durmanı söyledim. Lee Jeonjae... Onun yere düşen saç teline bile dokunan olursa... Dokunduğu parmağını parçalamayı geç; ondan eser bırakmam. Yok ederim."

Hareketizce yatan, boş bakışlı, cansız Jeonjae'yi köprüden aşağı attı.

Bu her şeyin başlangıcıydı.

(Ohm - Jeonjae)

Full Moon | JunhaoWhere stories live. Discover now