Bölüm 64 - Kurşun

Start from the beginning
                                    

Aiden'a döndüm "Her şey için teşekkür ederim, Aiden. Sana ömür boyu borçlu kalacağım," dedi.

Hafif bir tebessümle "Ondan kaçabildiğin sürece borcunu ödenmiş sayacağım," dedi. Arabadan inip etrafı kolaçan ederek içeri girdim ve koşarak basamakları tırmanıp evimin kapısına dayandım. Anahtarım yoktu bu yüzden içerideki Aral'ın beni içeri almasından başka çarem de yoktu. 

Eklemlerimle kapıya sertçe vurup ağzımı kapıya yaklaştırdım "Aral, benim. Melek. İçeri al beni," dedim ancak içeriden herhangi bir ses gelmiyordu. Uzanıp bir kere daha vurdum "Aral, aç kapıyı," dediğinde ayak seslerini duyabiliyordum. Kapıyı aralar aralamaz yağ gibi sıyrılarak kapıdan içeri girmiş, sürgüsünü kapatmış ve hala üzerindeki anahtarla kapıyı kitleyerek sırtımı yaslayarak derin bir soluk almıştım.

Bir gözü şişmiş, kaşı ve dudağı parlamış halde birkaç santim ötemde duran Aral bana şaşkın gözlerle bakıyordu. Yutkundum. Yüzünden pek de iyi görünmese de hayattaydı ve nefes alıyordu. Bir yanım çığlıklar atarak ona sarılmak istiyordu.

Gözlerim, koyu, gözbebekleri büyümüş gözleriyle buluştuğunda irkildim "İyisin," dedim titrek sesimle.

Elini omzumun üzerinde kapıya yaslayarak yüzümü yakından inceledi. Uzanıp, eklemleri yaralı parmak uçlarıyla yanağıma dokundu "Gerçeksin," dedi.

Başımı aşağı yukarı sallarken "Gerçeğim. Biran önce çıkmamız gerek," dedim ve üzerimi değiştirmek için yatak odasına doğru yönelmişken diğer elini de kapıya yaslayarak beni küçük bir kafesin içine sıkıştırdı.

"Konuşalım," dedi donuk sesiyle.

"Konuşalım," dedim ve ellerimi iki yanıma indirerek "Ama buradan çıkmamız gerek önce," diye ekledim. Benimle ne konuşmak istediğini bilmiyordum ancak yüzümdeki endişeyi görüyordu ve kafası iyiyken benimle konuşmak istiyordu. Uyuşturucu almışken benimle ne konuşmak isteyebilirdi ki? 

"Ne konuşacağız?" diye sordum.

Ellerini yasladığı yerlerden çekip duruşunu dikleştirirken "Sakladıklarını," dedi.

Dişlerini sıktığında yanaklarındaki kaslar gerildi ve eliyle yolu gösterip önden yürürken ben de peşinden adımladım. Kaçabildiğim kadar kaçmıştım. Artık geçmişimle, affı olmayan günahlarımla yüzleşme vaktim geldiğini hissediyordum. Ölümün soğuk nefesini ensemde hissederken kaçmanın bir anlamı yoktu. Kaçabildiğim kadar kaçmıştım ve artık pes etme vaktim geldiğinden teslim olmaya hazırdım. 

Yürüdü ve küçük salonumdaki tek kenepenin üzerine otururken sehpanın ve halının üzerindeki kağıtları görebiliyordum. Zaman zaman kafamı dağıtmak için yaşadıklarıma güzel sonlar yazarak kendimi tatmin ederdim ve onları zarflara koyup üzerine o günün tarihlerini atarak stoklardım. O zarfları bulmuştu. Güldüm. Orada yazanların doğru olmadığını söylemek ve kanıtlamak uzun sürmeyecekti ancak hastane raporlarını ve ultrason fotoğrafını gördüğümde salonun ortasında kalakalmıştım. O günden sonra o dosyayı bir kez bile açmamıştım kaldı ki yazanların hepsi Çinceydi. Eğer çeviri uygulamaları bu kadar gelişmiş olmasaydı hiçbir şey öğrenemezdi.

"Ne yaptım ben sana?" diye sordu. Lakin öğrenmişti.

"Soruyor musun bir de?" diye homurdandım. Eğer o gün beni savunup benim arkamda dursaydı. Bana inansaydı bugün, bunların hiçbiri olmayacaktı.

Güldü "Seninle evlendim, önüne kimsenin sunamayacağı hatta sunmaya cesaret edemeyeceği kadar güzellikler ve zenginlik sundum. Seni sevdim," dedi.

Siyahın Vedası | KüllerWhere stories live. Discover now