"Sence bu umrumda mı? Kızın canavarların ellerinde. Benim yerime savaş açması gereken asıl sensin!" Lord Clifford utançla başını eğdi.

Ashton Irwin "En kısa zamanda saldıracağız." dediğinde "Eğer bunu yaparsan aptallık edersin." demişti Laurie kendisini tutamayıp. Bunu öyle yüksek sesle söylemişti ki herkesin gözü ona döndü.


"Laurie!' diye bağırdı babası. Ve bir piç tarafından aşağılanan Ashton Irwin, Laurie' nin yanına gidip yüzüne bir tokat attı. Yüzü yana savrulan Laurie canı acımıyormuş gibi yaparak gülümsedi ve öne çıktı.

"Hiçbiriniz daha önce kitap okumadınız mı tanrı aşkına? Güneş tutulmasının anlamını bilmiyor musunuz?" Ashton' un kafası karışmıştı. Lord Clifford ise şaşkınca piç kızına bakıyordu.

"Kuzey ilk defa güneye savaş açtığında nereden cesaret buldu sanıyorsunuz? Ejderhalar güçlerini güneşten alıyor ve ay güneşin önüne geçince... Ateş püsküremeyen canavarlar güçsüz düşüyor."

Laurie gözlerini Ashton' a dikti. "Eğer saldıracak bir zaman arıyorsan tutulmayı bekle. Üstatlar tutulma tarihlerini biliyorlardır. Ayrıca bu süre içinde kuzey yeterli hazırlık yapma zamanı da bulur."

Az önceki sessizlik tekrarladı. Kimse bir piç kızdan böylesine akıllıca kelimeler beklemiyordu. İşin doğrusu bir piçin yaşamasına bile gerek olmadığını düşünürdü insanlar. Fakat şimdi, Laurie' nin ağzından çıkan mantıklı fikir herkesin içine sinmiş görünüyordu. Kimsenin ne düşündüğü umrunda değildi. O sadece, şu an kendisine gururla bakan babasına odaklanmıştı. Yıllardır bu bakışa muhtaç büyümüştü ve şimdi... Mutlu olduğunu hissetti. Gerçek mutluluk. Üstelik Leydi Clifford' un yüzündeki nefreti görmek ise keyfine keyif katmıştı.

"Piç haklı." diye bir ses duyuldu muhafızların arasından. Sonra ise onu destekleyen birkaç ses daha.

Ashton Irwin keskin gözlerini Lord Clifford' a çevirdi. "Hazırlıklara şimdiden başla Lord Clifford. Ve Michael," Michael Clifford' a döndü. "Sen de hazırlan. Kralın Şehri' ne gidiyoruz."


RHOSLYN

Güneş, hiç üşümemek, tenini okşayan ılık rüzgar, onlarca yemek çeşidi, kayısılar... Rhoslyn güneyi sevmişti ve buradaki son gününde her şeyi nasıl özleyeceğini düşünüyordu. En önemlisi ise buradayken kuzeyde hiç hissetmediği kadar özgür hissetmişti kendisini. Bu, hayatındaki son özgür günüydü. Gece yarısından sonra bir şekilde odasından çıkacak ve anlaştığı muhafız ile buluşacaktı. Her şey hazırdı.

Dolmuş gözlerini ufuk çizgisine dikerken denizin ötesindeki diyarları hayal ediyordu. Keşke oralara gidebilseydi. Belki de Zayn' in dediğinin aksine özgür bir diyar vardı. Özgürlük olmalıydı.

Kumların üzerine çöktü. Deniz suyu elbisesini ve bacaklarını ıslatmıştı ama umursamadı. Bir daha sıcak bir denize dokunamayacaktı nasıl olsa.

"Neden ağlıyorsun?"

Yanına gelen Sör Louis Tomlinson' u ve ağladığını fark etti. Hızla gözyaşlarını silerken "Bir şey yok." demişti ancak çok şey vardı.

fire and blood • malikWhere stories live. Discover now