bloodstream

Mulai dari awal
                                    

"Bir pislik gibi davranmak istedim. Çünkü her şey... O kadar..."

Sesi dişlerini sıktığını belli edercesine boğuk çıkmıştı. Yüzünü kaldırıp yeniden bana çevirdiğinde sadece iki saniye yeşilin en güzel tonundaki gözlerini görebilmiştim. Sonrasında elini hafifçe göz kapaklarıma yaklaştırıp gözlerimi kapatmamı sağladı.

"O kadar nefret dolu ki. Bu beni öldürüyor. Her şey, herkes nefret dolu... Ve tüm bu bencil doğa bana bunu yaptıktan sonra hayatım sıradanmış gibi yaşamaya devam etmemi istiyor."

Gözlerimi kapattığı için onun gözyaşlarını göremiyordum ancak konuşurken ağladığını hissedebiliyordum.

"Ne demek istediğimi anlıyor musun Louis?"

Onun ne yaşadığını sadece tahmin edebiliyordum. Ancak söylediklerinin çoğunu anlamıyordum. O tanıdığım en karışık ve tuhaf insan.

Gözlerimi yavaşça araladım ve başımı sağa sola salladım. Kaşları çatıktı ancak sinirli durmuyordu. Bakışlarının ardındaki hüznü görebiliyordum.

"Acı çekemiyorum. Ama acı çekiyorum Louis. Anlamak zorundasın. Affetmek zorundasın. Ben ilaçlarımı kullanmamıştım ve... ve sanırım kullanmalıydım. Bunun gerekli olmadığını sanıyordum. Gerekliymiş Louis. Ben canını yaktığım için üzgünüm. Anladın mı?"

Kaşlarını kaldırarak bana merakla bakarken gözyaşlarının onu terk etmesini önemsemedi. Ben hala anlamsızca ona bakarken ellerini kollarıma doladı ve başını eğerek yüzlerimizin aynı hizaya gelmesini sağladı.

"Sorun ben miyim Harry? Sana acı çektirdiysem özür dilerim. Bunu isteyerek yapmadım."

Ağlamak üzere olmam sesimden gayet net anlaşılıyordu. Boğuk ve kısık. Sanki boğazımda bir yumruyla konuşmaya çalışıyormuşum gibi.

"Sorun sen değilsin Louis. Sorun... Her şey. Etrafına bak." dedi ve kollarımı bıraktı. Büyük salonun ortasına hızla koşarak kendi etrafında dönmeye başladığında açıkça telaşa düşmüştüm. Bu hali çok... aklını kaçırmış gibi görünmesine sebep oluyordu.

"Sorun burası! Sorun o adam! Sorun lanet hastalığım! Sorun tüm bu şeyler! Tüm bu içinde bulunduğum bok çukuru! Ve en kötüsü de ben bu çukurun içindeyken bana bakıp etrafımdan dolanarak yoluna devam eden insanlar!"

Gür sesi yüksek tavanda yankı yaparak kulaklarıma dolarken o bağırmayı bırakıp bana döndü. Elleri hala iki yanında açılmış salonun ortasında dikilirken bu kez kaşları kesinlikle öfkeyle çatılmıştı.

"Hiçbiri yardım etmiyor. Hiçbiri elini uzatıp çıkmama yardım etmiyor. Sadece gözlerime korkuyla bakıp yollarına devam ediyorlar. Onları da yanıma çekeceğim için korkuyorlar."

Şimdi bende ona korkuyla bakıyordum. Ona başka türlü bakabilen bir insan var mıdır ki? Hızla yaklaştı ve aramızda çok kısa bir mesafe kalınca durdu.

"Herkes yoluna devam etmek zorunda Harry. Herkesin bir hayatı olmak zorunda."

Başını sağa sola sallayarak bir adım geri gitti ve işaret parmağını bana doğrulttu.

"Hiçbir şey bilmiyorsun. Beni anlamıyorsun. Sende diğerleri gibisin. Ama hayır Louis. Senin de yanımdan geçip gitmene izin vermeyeceğim."

Sertçe yutkunup onun keskin hareketlerini izlemeye devam ederken az önce yemek yediğimiz uzun masaya yaklaştı ve tabağın yanındaki bıçağı eline alıp yeniden yanıma geldi. Korkuyla geri adımlar atarken yine bana zarar vereceği düşüncesiyle beynim durmuştu. Ne yapabileceğimi kestiremiyordum.

"İşte ben buyum Louis." dedi ve bıçağın keskin yerini avucunun içinde tutup elini sıkıca kapattı. Kan damlaları parmaklarının etrafından akıp yere düşerken onun ifadesiz yüzü hala beni izliyordu. Bu görüntü beni bile rahatsız ederken o bunu hissetmiyordu.

"Beni anlıyor musun Louis?"

Tanrı'ya yemin edebilirim ki onu hiçbir şekilde anlayamıyorum. Bana neden bunu gösterdiğini yada neden herkesten nefret ettiğini anlayamıyorum.

"Acı çekmek güzel bir şey değil. Eğer acı çekiyor olsaydın..."

"Ben zaten acı çekiyorum!" diye bağırdı elindeki bıçağı sinirle duvara fırlatırken. Bağırması beni deli gibi korkutuyordu. Adımlarım daha fazla gerilerken o sert bakışları ve hızlı soluklanmalarıyla bana doğru geliyordu.

"Neden? Bana anlat o halde." diye mırıldandım. Onu sakinleştirmeye çalışıyordum. Olduğu yerde durdu gözlerini yanında durduğum şömineye çevirdi.

"Ruhum terk edilmiş gibi hissediyorum. Kocaman karanlık bir boşlukta tek başımaymışım gibi. Ben... ben çok şey hissediyorum Louis... Yalnız. Sevgisiz."

O hala gözlerinin takıldığı yeri izlemeye devam ederken ağır adımlarla ona ilerlemeye başladım. Sesindeki öfke yerini yeniden sükûnete bırakmıştı. Aramızdaki mesafe kısaldığında elimi yanağına uzatıp hafifçe tenine değdirdim.

"Öyleyse tüm bu çaba ne için?" dedi bakışlarımızı buluştururken. Dudaklarıma küçük bir gülümseme yerleştirip elimi yanağından indirdim. Şimdi yavaşça aşağı inen parmaklarım göğsünün üstündeydi.

"Bana dokunduğunda kalbim olduğu yerden çıkacakmış gibi hissediyorum."

Eli hala göğsünün üstündeki elimi kapattığında başını bana eğdi. Alınlarımızı birbirine değdirmeden önce saçlarının tenimi gıdıklamasına izin verdim.

"Bir kalbim olduğunu hissediyorum."

Yüzü o kadar yakınımdaydı ki onun her bir küçük ayrıntısını incelemeye farsatım vardı. Gözlerimi kapattım ve görüş alanımın sadece ona ait olmasını engelledim. Her bir nefesini verişinde serinliğini dudaklarımda hissetmek rahatsız ediciydi. Alnımdaki baskı kalkınca gözlerimi araladım.

"Gitmekte özgürsün sevgili Louis." dedi bir adım geri gidip kalbinin ritmini dinlediğim elimi havada bırakarak.

Şaşkınlıkla onun soğuk bakışlarını izliyordum.

"Ben yalnız olmak zorundayım. Seni incitmemden korkuyorsun. Ve bunu yapabilirim. Çünkü ben saplantılı bir hastayım Louis. Eğer kalırsan bir daha gitmene asla izin vermem. Eğer gidersen beni hiçbir zaman görmezsin. Kapatıldığım bu kasvetli yerden çıkmam ve burada tek başıma ölürüm. Hak ettiğim gibi bir ölüm."

Tereddütteydim. Gitmek istediğim aşikar. Ancak sözleri bana gitmemem için yalvarır gibiydi. Ondan her ne kadar korksam da, bana her ne kadar zarar vermiş olsa da onu bu yerde tek başına bırakıp delirmesine izin veremezdim.

"Bay Christopher bir süre sonra çıkmana izin verecektir Harry."

"Ben normal davranana kadar burada kalmak zorundayım. Tıpkı sekiz yaşımdan on üçüme kadar olduğu gibi."

Onun cidden bu koca köşkte beş yıl boyunca tek başına büyümesine izin vermiş olmazdı. Sadece küçük bir çocuktan bahsediyorduk.

"O zaman beni koruduğunu söylemişti. Her gün doktorlar ve psikiyatrlarla görüşüyordum. Ancak babam yada annemle değil. Hatta ablamla bile. Sana bundan bahsediyorum. O benim burada delirip kendimi kesmemi ve benden tamamen kurtulmayı istiyor. Anlıyorsun değil mi?"

cipa | larry ✓Tempat cerita menjadi hidup. Temukan sekarang