Sınıfa girdiğimde yerime doğru yürüdüm. Sıraya sırt çantamı koyduğumda yanımda oturanın Yiğit olmadığını gördüm. Kızıl saçlarını bağlamış yeşil gözlerini telefonuna kilitlemiş bir kız oturuyordu. Bu kızı daha öncede görmüştüm ama tanışmamıştık. Benim geldiğimi farkedince kafasını kaldırdı ve gülümsedi.
- "Merhaba... Yiğit yer değiştirmemizi istedi bende kıramadım sorun olmaz değil mi?" dedi ve cevap vermemi beklemeden yan sıraya vaat dolu gözleriyle baktı ellerini göğsünün üstünde birleştirdi "gerçekten çok tatlı, onu kırmak elde değil." dedi. Baktığı yöne baktığımda Yiğit'le göz göze geldik tekrar kıza bakıp dudaklarının sadece bir kenarını oynatıp yandan bir gülümseme sergiledi ve kocaman çukuru çıktı. Yeşil gözlü kızda sanki utanıyormuş gibi masum bir gülümsemeyle karşılık verdi. Hiç bişey demeden sıraya oturdum tekrar yan sıraya kısa bir bakış attım hala kahverengi gözleri üzerimdeydi. 3 saat geçen dersle birlikte nihayet öğle arasına girmiştik. Nisan bütün ders arası boyunca Cem'le takılmış beni yalnız bırakmıştı. Serkan ise dünden beri ortada yoktu. Arıyordum ama ulaşamıyordum. En son Dicle'yle gördüğüm için huzursuzdum ama çok içtiğine yorarak evde sızdığını düşündüm. Öğle arasını sınıfta kitap okuyarak geçirmeyi düşündüm bunun öncesinde kantinden su almaya gittim sınıfa geldiğimde ise sıramın üstünde bir not buldum "Sevgilin seni kazan dairesinde bekliyor." gülümsedim ve Serkan'ı aradım hala ulaşılmıyordu sürpriz yaptığını düşünüp merdivenlerden aşağıya indim. Kazan dairesine yaklaştığımda fısıltılar duydum ve kısa inlemeler yükseliyordu. Yavaşça içeriye doğru baktığımda gördüğüm manzara karşısında sanki biri kafama baltayla vurmuştu. Dicle ve Serkan... göz yaşlarım acıyla titredi. Serkan'ın bir eli Dicle'nin sarı saçlarında diğer eli ise açık bacaklarındaydı. Dicle bacaklarını Serkan'ın beline dolamıştı kolları ise boynundaydı ve nefessiz bir şekilde öpüşüyorlardı. Gözyaşlarım sonunda yuvalarından intihar etti ve yanağımdan hızlıca süzüldü. Ateşli bir sevişmenin ortasına düşmüştüm. Serkan Dicle'nin dudaklarını emiyor her beden darbesinde Dicle'den kısa iniltiler yükseliyordu. Gözlerim acıyla buğulurken bedenimin titrediğini hissettim. Beynimin kaynar suları fokurduyor, bedenimi ateşe sarıyordu. Damarlarımdaki kan patlarcasına akıyordu. Bu manzaraya daha fazla dayanamayacağımı anlayıp elimle ağzımı tuttum midemi bulandırıyorlardı. Sesimi çıkarmadan hızlıca merdivenleri çıkıp sınıfa doğru yürüdüm göz yaşlarım durdurak bilmeden benden izinsiz akmaya devam ediyordu. Ne olmuştu? Ne görmüştüm ben? Aklım, kalbim, bedenim benden bağımsızdı. Kendimi kontrol edemiyor bedenim sıkılıyordu. Sınıfa adımımı attığımda boş dört duvar arasında Yiğit'ten başka kimse yoktu kendi yeri olmadığı halde orta sıranın en arka sırasına oturmuş sınıfın sessizliğinin keyfini çıkarıyor ve kitap okuyordu. Sınıfa girdiğim anda kafasını kaldırdı ve bana baktı. Beni bu halde görmesini engellemek için başımı yere eğdim yüzümü saçlarımın arasından gizledim ve sırama doğru hızlı adımla ilerledim. Hemen masanın üstündeki okul kitaplarımı çantama atarken göz yaşlarım akmaya devam ediyordu bu okulda daha fazla kalamazdım. Bu iğrençlikle, bu ihanetle daha fazla duramazdım.
- "Ne o? Şimdi de kaçıyor musun? Ama sen harbi sorumsuz çıktın be Meyra." dedi arka sıralardan. Sesimi çıkarmadan çantamı sırtıma attım dönüp sınıfın kapısına doğru gidecekken kemikli parmaklar kolumu tuttu. Kafamı kaldırmadım.
- "Ağlıyor musun sen?"
daha yeni alaycı ses tonu kaybolmuş ciddileşmişti.
- "Bırak beni" dedim ve kolumu kurtarmaya çalıştım ama daha sıkı bir şekilde tutmaya devam etti. Başım yan tarafa dönüktü ve saçlarım tam karşımda olan bedenini gizliyordu tıpkı yüzüm gibi. Parmaklarıyla saçlarımı geriye doğru yitti ve ağlamaktan kızardığını hissettiğim yüzümü ortaya çıkardı. Ve kemikli parmaklar çenemden nazikçe tuttu ve kendine çevirdi. Buğulu gözlerim hala yere bakıyordu. Tekrardan küçük bir hareketle çenemi yukarı kaldırıp gözleriyle buluşmamı sağladı. Kendimi ağlamamak için sıkıyor acizliğime şahit olmasını istemiyordum. Kahverengi gözler gözlerimin içine bakıyor sanki ruhumu okuyormuş gibi inceliyordu.
- "Kim ağlattı seni?" dedi gözlerime bakmaya devam ederken.
- "Seni ilgilendirmez." dedim ve kolumu parmaklarından kurtardım. Hızlı adımlarla sınıftan çıktım.
- "Kabalığın sırası değil asi kız." dedi arkamdan gelirken.
Hiç bişey demeden merdivenleri hızlı adımlarla inmeye devam ettim. Arkamdan gelişini hala sürdürüyordu. Okul kapısından çıktım ve hızla arkamı döndüm.
- "Peşimden gelmeyi kes!" dedim ani bir tavırla.
- "Seni bu halde yalnız bırakamam." dedi bana aldırmadan.
- "Kim oluyorsun sen? Ne zannediyorsun kendini? defol git" dedim acımasız bir şekilde. Ve adımlarımı hızlandırmaya devam ettim. Artık arkamdan ayak sesi gelmiyordu. Peşimden gelmeyi bırakmıştı. Derin bir nefes alıp rüzgarın tenime iğneler bırakmasına izin verdim. Soğuk rüzgar yüzüme çarptıkça iyi hissediyor kendime gelmeye çalışıyordum. Gözümün önünde hala o iğrenç sahne yer alıyordu. Nasıl yapmıştı bunu bana? Onu sevmiştim, güvenmiştim. Kendi kurallarım olduğu için mi kaybetmiştim onu? Cinsellik üzerine kurulu bir sevgili olmadığım için mi kaybetmiştim? Ama ben sevmiştim herşeyden fazla. Kendi kurallarım olsa dahi kendimden çok ödün vermiştim. 2 yıl boyunca yaşadıklarımız paha biçilemezdi çok mutluyduk ya da ben öyle sanıyordum. Şimdi ise en yakın arkadaşım dediği kızla beni aldatmıştı. Göz yaşlarım yeniden acıyla titredi ve kendini yanaklarıma bıraktı. Kesik kesik gelen hıçkırıklarım çoğalırken ayaklarım hızlı olmaktan çıkmıştı. Yavaş adımla ilerlerken bedenimin titrediğini hissettim. siyah deri montumun fermuarını çektim. Soğuktan değil acıdan titriyordum. Arkamdan gelen motor sesi yolda yanımda durmuştu. Siyahlarla kaplı kaskını çıkardı ve kahverengi gözlerle buluştum. "Atla hadi" dedi arkasını işaret ederek "Ruhunu rüzgara bırak iyi gelir" gözlerine bakmayı sürdürüp Yiğit'in arkasına oturdum. Anladım ki kaçış yoktu. Ellerimi beline koydum. Kaskının içinden dönüp yan bir bakış attı. Motoru çalıştırdığı sırada kafamı biçimli sırtına yasladım. Hızla yola çıktığında rüzgar tenime çarpmıştı bile. Gözlerimi kapatmış gözyaşlarımı gizlemiştim. Rüzgarın içimdeki ateşi söndürmesini ve alıp götürmesini istedim. Nereye gittiğimiz hakkında bilgim yoktu ama açıkçası umrumda da değildi yeter ki okuldan, Serkan'dan ve yaşadıklarımdan kaçmak istiyordum. Uzun bir yolculuğun ardından sonunda motoru durdurmuştu. Gözlerimi açıp nerde olduğumuza baktım. Yüksek tepede denize kıyısı olan bir yerdeydik burayı daha önce görmemiştim ama harika görünüyordu. Motordan inip uçurumun kenarına doğru yürüdüm. Kahverengi saçlarım rüzgarla dans ederken Gözlerimi mavi suların dalgalarıyla buluşturdum. Bulunduğum yüksek kayaya hızla çarpıyor rüzgar estikçe hırçınlaşıyordu. Deniz.. kokusu ve sesi... hayatımda en çok sevdiğim doğa harikası olabilirdi. Annemle tartıştığımız zaman kendimi deniz kıyısında bulurdum hayatım büyük bir huzursuzluğun içindeyken denizin maviliği içime huzur doldurur gemileriyle içimdeki sıkıntıyı alır götürürdü. Bu huzursuzluğuma ilaç gibi gelen bişey daha vardı. Serkan... her canım sıkkınken beni güldürmeye çalışır mutlu olmam için elinden gelenin fazlasını yapardı. Neden? Neden? Bunu bana neden yapmıştı? Aklım almıyordu, kalbim sanki durmuştu hissetmiyordum. Elimi kalbimin üzerine koyduğumda nefes alamadığımı hissettim. Denizin kokusunu içime uzunca çektim. Gözyaşlarımın denize karışmasını ve alıp götürmesini istedim. Acı veriyordu. Gözlerime işkence ediyordu. Elimin tersiyle yanağımdan süzülen yaşları sildim ve dalgalara bakmaya devam ettim.
- "Biraz daha iyi misin?" dedi Yiğit yanıma doğru yaklaşırken. Onu tamamıyla unutmuştum. Bedenim burdaydı ama aklım çok başka yerdeydi. Gözlerimi denizden ayırmadan;
- "İyiyim teşekkür ederim." dedim.
Kibrit çöpü sürtünmeye uğradı ve ateş aldı dönüp baktığımda ellerini kibrit çöpüne siper etmiş dudaklarının arasındaki sigarayı yakmaya çalışıyordu. Her ne kadar rüzgar buna izin vermesede kolay bir şekilde sigarasını yaktı. Tecrübeli görünüyordu. Sigarayı derin bir çekişle içine doldurmuş ardından dumanını gökyüzüne bırakmıştı. Oda benim gibi denizi izlemeye koyuldu ama ben bu sefer denizi değil onu izlemeye başladım. Dolgun dudakları arasındaki sigarayı öyle bir içine çekiyordu ki dumanın çoğunu ciğerlerine dolduruyordu. Yüzüne uzunca baktım. Burda napıyordu? Neden hiç tanımadığı birine yardım etmeye çalışıyordu? İyi olmasını sağlıyordu? Yüzünü incelemeye devam ettim. Kemikli yüz hatları gergin görünüyordu. Önceden kesilmiş sakalları tekrardan çıkmaya başlamıştı. Uzun kirpikleri ve dolgun dudakları vardı. Kahverengi saçları gürdü ve rampa şeklinde arkaya taranmıştı. Rüzgar sebebiyle bazı perçemleri alnına düşmüştü. Deri montundan bile belli olan kasları, biçimli bir bedene sahipti.
- "Derdin ne?" dedi sigaranın dumanını üfledikten sonra.
Naptığımı bilmiyordum. Durmuş burda onu inceliyordum. Gerçekten kendimde değildim. Yüzümün kızarmasını önlemek için ellerimi yanaklarıma koydum ve ardından gözümdeki kalan yaşları sildim.
- "Nasıl yani?" dedim tekrardan denizin dalgarıyla buluşurken.
- "Neden ağladın? Kendini bu kadar hırpalamanın sebebi ne?" dedi yeni bir sigara yakarken.
Ama dönüp bakmıyor hala denizi izliyordu. Ben ise daha yeni herşeyi unutmuş gibi onu izlemiştim. Yanımda olmasının sebebini açıklamak istemiştim.
- "Aldatıldım" dedim gözlerim yeni bir acıyla titrerken. Aslında unutmak istiyordum tekrar tekrar hatırlamak yerine tamamıyla unutmak. O sahneyi hafızamdan silmek istiyordum.
- "Sevgilin? O mu aldattı?" dedi.
- "Evet" demekle yetindim.
- "Bütün olay bu yani?" dedi bu sefer dönüp gözlerimin içine baktı.
- "Bu" dedim şaşırmış gözlerime engel olmayarak.
- "Komik" dedi gözlerime bakmaya devam ederken.
- "Komik olan ne?" dedim. resmen acımı hafife alıyordu asıl bunun derdi neydi?
- "Bunun için mi kendini hırpalaman? " dedi ve devam etti "daha büyük acılar var."
Ne diyeceğimi şaşırmıştım. Her seferinde beni sözleriyle köşeye sıkıştırmasını çok iyi biliyordu.
- "2 yıldır birlikte olduğun insan seni en yakın arkadaşım dediği insanla aldatsa ne hissederdin? Herşeyden çok severken?" dedim gözlerimiz birbirine bakmaya devam ediyordu.
- "Hiç...Koca bir hiçlik." dedi ve kemikli yüzü gerildi.
- "Acımı hafife alıyos..."
- "Burda üzülmen gereken kişi sen değil o." sözümü kesti ve devam etti "kendine üzülmeli nasıl şerefsiz bir karaktere sahibim diye."
Aramızdaki boşluğu kapatmak istercesine bana doğru 1 adım attı. Yerimden kımıldamadım.
- "Ama sen burda durmuş o güzel gözlerinin acı çekmesine izin veriyorsun."
Şimdi daha yakındık. Gözlerime bakmaya devam ediyor, bir an olsun kıpırdatmıyordu.
- "Ağlaması gereken kişi o. Çok yakında ağlayacak zaten."
dedi ve arkasını dönüp bir kaç adım attıktan sonra hızla motoruna bindi.
Ne demekti bu? Çok yakında...ağlayacak... ağzımı açmış tam soruyordum ki başlamayan sözümü yine kesti.
- "Atla...biraz sonra burası buz gibi olur." dedi. Hiç bişey demeden motora bindim ve beline ellerimi koydum ama bu sefer kafamı sırtına yaslamadım. Motoru hızla çalıştırıp ana yola çıktığında aklıma takılan tek soru olmuştu.
"Sıraya o notu kim bırakmıştı?"

SADEWhere stories live. Discover now