2. Bölüm ''Çaresiz''

302 17 0
                                    

Neredeyse bir hafta olmuştu burada çalışmaya başlayalı. Şimdiye kadar kimse beni arama teşebbüsünde bulunmamıştı ya da ben bir haftadır arka bahçe dışında bir yere çıkmadığım için bana öyle geliyordu. Bu da ilk evden kaçma girişimim değildi zaten.

Arka odadaki kanepede uyumaya alışmış ayılmazdım. Aylarca orada uyusam bile alışabileceğimi de düşünmüyodum zaten. Yorgunluğumun üzerine yorgunluk, ağrılarıma ağrı katıyordu o kanepe. Yine de elimdeki en iyi seçenek buydu. Bir haftadır bara söylediğim dönerler, mutfakta pişirmeye en uygun olan yumurta ve makarna dışında bir şey yememiştim. İştahım da olmuyordu zaten coğu zaman.

Saat gece yarısını geçeli 2 saat olmuştu ama insanlar daha yeni dağılmışlardı. Mete de işlerini halledip çıkınca temizlik işleri ellerimden öpüyordu. Yine. Barın kapısını kilitleyip masaları silmeye koyuldum. İşim bittiğinde saat üçe geliyordu. Elimi yüzümü iyice yıkadıktan sonra Üzerime çok da kalın olmayan bir hırka alıp arka bahçeye çıktım. 

Serin ve temiz hava ciğerlerime dolarken sigara dumanı dolan mekandan kurtulduğum için minnet doluydum. içerisi biraz havalansın diye kapıyı da açık bırakmıştım. Hoş bu kokuyu üzerimden ve belime kadar uzanan saçlarımdan atmak pek mümkün gibi durmuyordu.

Soğuk bir rüzgar tenimi delip geçerken gözlerim yaşarmıştı. İçeri girip kapıyı kilitledim. Babamın ölümünden sonra her zaman çok tedbirli davranmıştım. Babam aklıma gelince gözlerim tekrar yaşardı. Kalbimi sıkan bir el nefes almama izin vermedi. Zaten içerinin boğuk havası nefes almamı yeterince engellemiyormuş gibi.

Annemi arayacaktım bu sefer fakat saatin hala çok erken olduğunu farkedince biraz uyumayı denedim. Anneme söyleyeceğim cümleleri kafamda kurup kurup tekrar yıkıyordum. Bu kanepede uyumak zaten zordu, üzerine düşüncelerimin arasında sıkışınca bir türlü uyuyamadım. 

Sağa sola dönüp dururken yarım saatliğine de olsa uyuyabilmiştim. Yorgunluğum geçip gitmemişti ama gözlerim bir nebze de olsa dinlenme fırsatı bulmuştu.

Saat tam 08.00 di. Yattığım yerden doğrulup bavulumun yanına çöktüm. Evden ayrılmadan önce bavulun içine fırlatıverdiğim telefonumu bütün eşyalarımı deşmeme rağmen bulamayınca sinir krizine girecektim ki elime soğuk ve sert bir şey çarpınca derin bir nefes aldım. Planladığım şeyleri zamanında gerçekleştiremediğim zaman sinirden kuduracak gibi olur hiçbir neden yokken insanlarla kavga ederdim hep. 

Telefonumu açıp pin kodunu girdiğimde biraz endişeliydim. Ya annem beni hiç aramadıysa ? Ya o da bu kusursuzca planlanmış iğrenç oyuna dahilse ? 

Bu düşüncelerimi zihnimden kovmak çok kolay olmasa da bildirim çubuğunda beliren işaretler içime su serpti. 127 cevapsız arama, 47 kısa mesaj ve birkaç sesli mesaj vardı.

Aramaların çoğu annemden geri kalanlar da Selin'den gelmişti. Selin. Sahip olduğum en iyi hatta tek gerçek dostumdu. Canı isteyince yanımda olan istemeyince arkasına bile bakmadan çekip giden arkadaşlarımdan(!) olmamıştı hiç.

Annemi ararken boğazımın düğümlendiğini ve nefes alış verişlerimin hızlandığını farkettim.

Altıncı çalıştan sonra ümidi kesmiş tam telefonu kulağımdan çekmiştim ki telefon açıldı. Sesimin heyecanına hakim olamayarak ''Anne!'' dedim. Karşı taraftan kapı kapama sesi haricine bir ses gelmeyince tekrar konuşmaya başladım. ''Anne, benim. Buğlem. Anneciğim seni çok özledim ama sana anlatmam gerken çok daha önemli şeyl...''

Bana cevap veren sesin bir erkek sesi olduğunu anladığım anda gülümsemem suratımda donup kalmıştı. Birden yüzüm asıldı. ''Annemle konuşmak istiyorum'' dedim soğukkanlılığımı takınarak.

Kırılma NoktasıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin