🏵 bir 🏵

73 4 0
                                    

''Son 15 dakikanız çocuklar.’’

Etrafımda oturan sınıf arkadaşlarım -ve aynı zamanda rakiplerim- bir hiddetle kalemlerine asılırken ben pencereden dışarı bakmaya devam ettim. Şu anlık elimden başka bir şey gelmiyordu.

Mayıs ayının yakıcı güneşi pencereden içeriye ulaşıyor ve parmaklarımın üzerine düşüyordu. Onlara baktım. Uzun, ince ve kemikliydiler. Güneşe meydan okurcasına bembeyazlardı. Şu an bir kalemi tutmaları ve birkaç matematik sorusu daha çözmem için işime yaramaları gerekiyordu. Fakat ne ben onları çalıştıracak kadar enerjik, ne de onlar yazı yazmak için takat sahibiydi.

Omzuma dokunan el ile irkildim. Gözetmen öğretmen ve aynı zamanda rehberlik öğretmenim Selda Hoca bana bakıyordu.

‘’Hazar, bitirdin mi?’’

Başımı evet anlamında salladım. Tıpkı yazı yazmak için olduğu gibi konuşmak için de gücüm yoktu. Yüzüne hoş bir gülümseme kondurdu.

‘’O halde öğle yemeğine çıkabilirsin.’’

Yine cevap vermedim. Optik kağıdını masaya bıraktım ve kaçar gibi sınıftan ayrıldım. Öğle yemeğine gitmeyecektim. Son zamanlarda iştahım yoktu. Zaten hiçbir zaman öyle obur bir çocuk olmamıştım.

Türkiye’nin en başarılı kolejlerinden birinde okuyordum. Şehir merkezinden uzak, ormanın ortasında olan okul, ortadan kaybolmak istediğiniz zaman sizi saklayacak inanılmaz güzel sığınaklara sahipti.

Uzun zamandır yaptığım gibi batı tarafına yürüdüm. Okul 1900’lerin başından beri var olduğu için birçok kez restore edilmiş ve planında değişikliklere gitmişti. Geçen yıl keşfettiğim kadarıyla, eski giriş kapısının duvarını amerikan sarmaşığı çevrelemiş ve girişi tamamen kapatmıştı. Demir sürgülü kapı, sık aralıklı yağışlardan, bakımsızlıktan ve sarmaşıktan dolayı paslanmış ve parçalanmıştı. Öyle ki üzerinden atlanabilecek duruma gelmişti.

Üstelik burası eski binaya ait bir parça olduğundan burada güvenlik kamerası da yoktu. En azından 1 saatliğine kimse nerede olduğumu veya ne yaptığımı bilemiyordu bu sayede.

Uzun bacaklarımın verdiği avantaj ile kapının üstünden tek seferde kolaylıkla geçtim ve her zamanki yerime oturdum.

Sanırım bu girişi iptal etmelerinin nedeni yolda değişiklik yapılmasıydı. Buraya varan yolu iptal etmişler ve şimdilerde kullandığımız girişe bağlamışlardı. Yol yoktu, araba yoktu, gürültü yoktu. Sadece her yerden fışkırmış otlar ve onların hemen arkasında uzanan orman vardı.

İştahımın aksine, son zamanlarda beni hiç terk etmeyen baş ağrılarım burada biraz olsun diniyordu. Aslında, son günlerde hissettiğim şeyleri mektup arkadaşıma yazdığımda, bana depresyonda olabileceğimi söylemişti cevabında. Haklı olduğunu sanmıyordum. Ve evet, bir mektup arkadaşım vardı.

Uzaklardan gelen bir gürültü, yaklaşıyor ve yaklaştıkça şiddetini artırıyordu. Motor sesine benziyordu fakat bu çok da mantıklı değildi. Buraya yakın tek yol, okula açılan yoldu ve o da binanın öbür tarafında kalıyordu. Sesini bu kadar net duymam imkansızdı, bu her neyse çok daha yakınlardaydı.

Derken, önümden büyük, siyah bir şey geçti hızla. Dikkatimi toparladığımda bunun bir Range Rover olduğunu fark ettim. Hızını kesmeden, yabani yolda bata çıka, daha önce orada olduğunu fark etmediğim, ağaçlardan temizlenmiş bir yola daldı ve ormanın içinde kayboldu.

Meraklanmıştım. Kolumu kaldırıp saate baktım. Öğle aramız 1 saatti. Ben ise yaklaşık yarım saat erken çıkmıştım. Ormana gidenin kim olduğunu görmek için gidip gelsem, geç kalmazdım.

Ezilmiş Gelincikler Mezarı (boy x boy)Where stories live. Discover now