Kabus

28 8 4
                                    

Ay ışığı her denize düştüğünde yeşile boyanıyordu ağaçlar ve bir martı çığlık atıyordu girdaplarda bilinmezliğe. Kalbim bir kurşun gibi ağır. Etrafıma bakıyordum ama hiçbir yer tanıdık gelmiyordu. Ben neredeydim? Zihnimin bulanıklığı kör noktaydı. Koşmaya başladım. Buradan kurtulmanın bir yolunu bulmalıydım. Her yer yıkık dökük binalarla doluydu. Kendimi güvende hissedebileceğim bir yere geçmeye çalıştım. Terkedilmiş bir binadan çok savaşın izleri var gibiydi. Peki ya bu insanlar neredeydi? Birine ulaşabilmem için telefon gerekliydi bu yüzden vakit kaybetmeden aramaya başladım. Ana girişte ilerledim ve ilk koridordan sağ tarafa döndüm. İlk gördüğüm odadan içeriye girmeden önce etrafı iyice kontrol ettim.

-Kimse var mı orda?

İçeriden ya da etraftan bir ses gelmedi ve kapıyı açtım. Burası bir hastaneydi. Masanın üzerindeki telefonu görünce sessizce ona doğru ilerledim. Kahverengi masanın üzerindeki tozlar geçmişin kalıntısı gibiydi. Burası neresiydi ve ben nasıl buraya gelmiştim hala anlamıyordum ve tek istediğim buradan kurtulmaktı. Telefonu açtım ve sinyal yoktu. Bağırdım.

-Lanet olası niye çalışmıyorsun. Heyyy! Kimse yok mu?

Ben bağırdıktan sonra koridordan birinin ayak sesleri geldi. İyice ürkmüştüm. Saklanmak veya saklanmayıp orada neler olduğunu kontrol etmek arasında seçim yapmalıydım. Bi süre odanın içinde bekledim. Hala koridordan sesleri duyabiliyordum. Hava kararmaya başlamıştı. Olduğum yerde bir süre nefes almadan bekledim. Dışarıdaki her kimse beni bulmasını istemiyordum. Masanın altına doğru geçmeye karar verdim. Neredeyse parmak uçlarımla yürüyecek kadar ses çıkarmadan masanın altına doğru eğilerek ilerlemeye başladım. Yerde birçok cam kırıkları, eşyalar vardı. Ses çıkartmamak için üzerlerine basmadan geçiyordum. Tam geçerken başıma gelmesini istemediğim şey geldi.

-Hay aksi!

Ayağım masanın üzerinden yere doğru uzanan kabloya dolanıp seramik vazoyu devirmeme sebep olmuştu. Hemen bir yerlere girmeliydim. Karşı tarafta dar olsa da küçük mavi dolaplardan birisinin içine girdim ve ara bölmelerden içeriyi kontrol etmeye başladım.

Kapı açıldı ve nefesimi iyice tuttum. Siyah tozlu bir ayakkabı siyah giyinimli uzun saçlı şapkalı bir adam girdi içeriye. Etrafa bakıyordu. Gözlerimi şuan çıkartıp atabilirdim. Nefes almamaya çalışsam da kalbimin çarpıntısı duyulmayacak gibi değildi. Adam yere eğildi ve kırılan vazoya bakıp etrafı gözetledi. Her yere bakmaya başladı içimden umarım dolapları açmaz diye dua etmeye başladım. Odayı dolaştı ve her köşede ikili şekilde sıralanan dolapları açmaya başladı. Elimde kafasına sert bir şekilde vurabileceğim bir cisim de yoktu. İlk dolabı açtı ve içerisindeki kıyafetleri inceledi derken yanındakini açtı. Bulunduğum dolaptan karşıyı görebiliyordum. Korkunun ayak sesleriydi bu. Benim bulunduğum dolaba yöneldi ve yavaşça açmaya başlarken koridordan şiddetli bir ses geldi. Sesi duyar duymaz odadan uzaklaşıp gürültünün kaynağını bulmaya gitti. İçimden neden onun kadar cesarerli olamadığımı düşündüm. Uzun bir nefes aldım az daha kıçından nefes almak üzereydin dostum diye de dalga geçmeyi ihmal etmedim. Adamın gittiğine emin oldum ve dolaptan çıkmaya karar verdim.

Dolabın kapağını açtım ve adamla burun buruna geldim.

Aman tanrım!

Gözlerim bir robotun doğuşu gibi hızlıca açılmıştı. Sanki gördüğüm kabusu yaşamış gibiydim. Hızlı hızlı nefes alıp vermeye başladım. Yataktan doğruldum.

Bu bir kabustu. Bu bir kabustu. Ve herşey geçti. Komidinin üzerinde her zaman bulundurduğum en sevdiğim kupamla, suyu bu sefer yukarı çıkartmamıştım. Hemen yataktan çıktım ve odanın ışığını açtım. Su içmek için mutfağa yöneldim. Dolabın en sığ köşesine koyduğum bir buzlu su olurdu mutlaka. Suyumu içtim kendime gelmiştim fakat hala etkisindeydim. İki elimi mutfak tezgahına dayadım ve başımı öne eğdim.

Kabustan gelenHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin