İlk Gece

102 31 23
                                    

Ayak sesleri duyuyor gibiydim, o sırada şiddetli fırtınadan penceremi tıkırdayan rüzgar sesleriyle doğruldum. Kapının sakince açılmasına rağmen ürktüm.
Elektriklerin kesildiğinin farkında bile değildim pencereden sokak lambasının loş ışığı duvara yansıyordu, ruhum gökyüzünde bir sağa bir sola savruluyordu. Kapı önünde bir mum ışığı belirdi oysa ki evde tek olduğumu sanıyordum acaba saat kaçtı?

Narin küçük elinde tuttuğu mumdan Bonnie olduğunu anladım.Bonnie ile evlendiğim günden beri mutluydum. Şimdi dünya tersine dönmüş gibiydi, tökezlemiştim. Peki bizi buralara sürükleyen neydi? İçimden bir şeylerin cevabını ararken birden pencere bütün baskılara dayanamayıp rüzgara boyun eğmiş bir şekilde hızla açıldı ve ani bir manevrayla yataktan fırladım. Pencereyi kapatıp bir daha açılmayacağından emin olduktan sonra yatağın bir köşesine oturdum.

Gözlerim, yuvalarından çıkmış bir şekilde boynumu kıpırdatmadan bir sağa bir sola kayarken; yansıyan ışıktan duvardaki örümcek ağına takıldı. İçimi çektim ve o an örümcek olup krallığımı ilan etmek gibi saçma sapan fikirlerle boğuştum sanki her şey bir oyundan ibaretmiş gibi. Gerçek dünyaya dönüp acılarla yüzleşemeyecek kadar acizdim belki de. Başımı sol tarafa döndüremiyorum eminim koca gözleri şuan üzerimde bir gezintiye çıkmıştı bile. Şuan ne yaptığını tam olarak anlayamasam da yatağın bir köşesine oturduğunu ve dudaklarını büzüp özgürlüğüme kavuşacağım günlerin son demlerinde ona hamle yapmamı beklediğini tahmin ediyordum.

Ne çirkin bir gündü. Artık iki bedenin tek bir ruha sahip olamayacağını anlamış ve kabullenmiş gibiydim. Aslında hiç konuşmak istemedim. Bir kadının susuyor olması da beni korkuturdu. Benden birşeyler söylememi istediğini biliyordum.

Bir an cesaretimi toplayıp başımı sola çevirdim.

Gözlerinden süzülen her yaş kalbimi ezip geçiyordu fakat bu soğukkanlılık fazla değil miydi?

Sanki yüzünü kalemle çizmişler gibiydi. Elleri narin ve ipek gibi ya o sarı saçları badem gözleri ve fındık burnu al yanaklarının ardına gizlenmiş gölge gibiydi, özenli ve güzeldi belki de haketmeyen bendim.

Ağzımdan çıkan tek sözcük 'sorun ne' diyebilecek kadar gaddardım.

Birden karşımda hıçkırıklara boğulan o mavi gözleri okyanusa dönüştü.

Elimi bile yaklaştıramadım. Sanırım o liman çoktan terkedilmişti. Bu ilk geceydi ve sanırım son günümüzdü de. Her ne kadar soğukkanlı olsam da ellerimin terlediğini ve titrediğini fark ettim.

İçimden kendime kızmadım da değil. Elimi yukarıya kaldırdım ve yataktan yastığı savurup koşar adımlarla kapıyı çarparak uzaklaşmasına sadece seyirci kaldım.

Bu gece nasıl sabaha ulaşabilirdim.

Belki de sabaha kadar 28. Yaşımı nasıl devirdiğimi düşünecektim. Sabah erken kalkıp işe gitmekte cabası. Anlaşılan uzun bir tatile çıkmalıydım veya ıssız bir orman olan aokigahara da bir kamp...

Somon rengi duvarın üzerinde asılı olan tahta görünümlü annemin hediye ettiği, Amerika'ya yerleşeceğime karar verdiğimde duvarımdan indirmeyeceğime söz verdiğim saate ilişti gözüm.

Evdeki kısa mesafede gürültü yapan tek şey oydu lanet olası. Bodrum katına indirmeye bir o kadar da kıyamadığım değerlimdi. Daha önceleri bu tik tak seslerine kulak asmazdım.

Sanırım yalnızlık vakti gelmişti.

O kapıdan çıktıktan sonra geri dönüşünün olmadığını düşündüm. Yaşadığım haksızlıklar ve ondan sakladığım sırrımın ortaya çıkması bu kadar ani olmamalıydı. Bununla ömür boyu yaşayabileceğimi düşünürken zamanın bir dönme dolap gibi olduğunu unutmuştum.

Kabustan gelenWhere stories live. Discover now