"Ne yani, öylece ölüme mi gideceksin?" diye yargılayıcı bir tonda beni sorguladı. Zaten hep ölümüme kendi ayaklarımla gidiyordum. Çoktan ruhunu öldüren biri için bedensel ölüm pek de önemli sayılmazdı.

Yerdeki hafif kirlenmiş metalik bavulu alıp tekerleklerini yankılatacak şekilde sürüklemeden önce öğle güneşinin kızıla bürüdüğü saçları ılık rüzgarda uçuşan orman kıza veda ettim, tekrar ona döneceğimi düşünmeden.

➳➳➳

Oradan ayrıldıktan sonra ne kadar yürümüştüm tam olarak kestiremesem de bacaklarım kuvvetsizleşip beni oturmam için zorladığında oldukça bitkin hissediyordum. Karnım yavaştan açlık zillerini çalsa da görmezden gelip kenara çektiğim bavulun üstüne oturdum ve sükunetin kollarını sardığı bu devasa yeşillikle çevrili beton yola diktim gözlerimi. Bir süre yalnızca kendi sessizliğimin gürültüsünde boğulup ilk kez böylesine boş olduğumu hissettim sadece.

//

"Öylece tüm suçu ona yükleyemezsiniz." Jungkook uzun bir sessizliğin ardından ilk kez konuştuğunda tüm şirket çalışanlarının dikkati ona kesilmişti. Ellerim masanın üzerinde yumruk olmuş vaziyette benim hakkımda olan ancak tek kelime edemediğim konuşmayı dinlerken hissettiğim şeyleri bilmiyordum bile. Kızgınlık, suçluluk, korku ya da acı?

"Yapabileceğimiz bir şey yok Jungkook, bunu kendi istedi." Bang başkanının sesi paketi yeni açılmış bir jilet kadar keskin olsa da bu üyelerin serzenişini dindirmemişti. Ben hariç herkes beni savunuyordu belki ancak hiçbirinin samimiyetine inanmak istemiyordum. Tüm olanlardan sonra bu benim gaddarlığım değildi.

"Fakat Yoongi hyung olmadan Bangtan olmaz. Lütfen..." Jimin, içlerinden belki de beni yarı yolda bıraktığı için en kızgın olduğum kardeşim kırılgan bir ses tonuyla Jungkook'a destek olduğunda başkanın tavrı hiç değişmedi.

Yolumun sonu burasıydı işte, öylece gidecektim. Bunu yapmak zorunda bırakılmıştım, belki bazılarına göre hak etmiştim. Umrumda bile değildi artık, ben Suga değildim.

//

Geçmişin perdeleri ağır bir şekilde rüzgarda dalgalanırken beni asıl ve yeşil dünyaya döndüren duyduğum karga sesleri oldu. Sürü halinde tam tepemden geçerken öylesine gürültü yapıyorlardı ki bir an yakınlarımda bir şeye saldırı düzenlediklerini falan düşündüm. Hazır dünyaya dönmüşken sırt çantamı önüme alarak ne var ne yok diye elden geçirdim. Not defteri, neden yanıma aldığımı bilmediğim ama işe yarayabilecek küçük bir el feneri, çakmak, bir paket marlboro sigara, tükenmez kalem, parfüm, kulaklık ve powerbank... Bir dakika, yanımda powerbank vardı, bu demek oluyor ki telefonumu şarj edebilecektim!

Bir dakika daha düşünmeden telefonumu çantanın ön gözünden çıkarıp şarja taktığımda umut ilk kez bu kadar parlak görünmüştü gözüme. Ve gaza gelmeyle birlikte ayaklanarak tekrar yola koyuldum ve telefonum şarj olup güneş batana kadar yürüdüm.

Fakat sandığım gibi güzel şeyler olmadı istediğim gerçekleşince, telefonum şarj olmuştu fakat hala çekmiyordu. Belli bir kısmını sonraya saklamak adına sadece yüzde elli doldurup bir ümit attığım her adımda kontrol ettim fakat hiçbir şekilde olmuyordu. Hava iyiden iyiye karanlığa büründüğünde içimdeki korku da git gide büyüyor bu dar ve ıssız yolda beni daha da yalnızlaştırıyordu. Karnımın açlığı, susamış olmam gibi etkenlerin yanı sıra kalbimi bürüyen pişmanlık hissi adım atmamı zorlaştırıyordu.

Her şey yeterince kötü değilmiş gibi bir de uluma sesleri duyduğumda bunun hayatımın son dakikaları olduğuna yemin edebilirdim. Kışırdayan ağaç sesleri, güneşin gittikçe sönükleşip yerini ay ışığına bıraktığı saatlerde uzaktan mı yakından mı geldiğini pek kestiremediğim kurt sesleri canımı ağzıma kadar getirmişti.

"Düşünme Yoongi, kafana takma, ilerleyebilirsin." diye kendi kendime konuşup, kendimce çıkmaz olmadığına inandığım bu yolda yürürken kafama dank eden şeyle birlikte kanım dondu. Nasıl bu kadar aptalca bir hata yapıp burnumun dikine gitmeyi seçmiştim? Hayır, bu yolun ilerisi çıkmaz olabilirdi belki fakat sonuçta benim geldiğim yön çıkmaz değildi. Çünkü çıkmaz olsa en başta ben gelemezdim buraya kadar,değil mi?

Beynimin nasıl çalıştığını ve kansız bir şekilde aptalca kararlar verdiğini anladığım bu vakitlerde o kadar yürüyüp geldiğim bu yoldan geri dönmeli mi yoksa gerçekten çıkmaz olup olmadığını kendi gözlerimle görmeli mi seçenekleri kafamda dört döndü ve yolun ortasında öylece dikilip karar vermeye çalıştım.

Eğer Alex'in dediği gibi bu yol bir çıkmaz ise böylece ilerleyip riske girmek bana bir şey kazandırmazdı, fakat geri dönüp arabayla geldiğim yola yürürsem belki de ana yola ulaşıp bir arabaya atlar ve merkeze giderdim. Ancak bu saatten sonra geri dönersem ne zaman başlangıç noktama ulaşacak da bir de daha da gerisine gidecektim? Böylesine açken ve susuzken ne kadar dayanabilecektim?

İnsanoğlu en baştan beri sürekli seçeneklere tabii tutulup karar vermeye zorlandı. Her seferinde elindeki seçenekleri doğru değerlendirmeyle yükümlüydü ve aldığı en küçük bir karar bile kelebek etkisiyle hayatını şekillendirdi.

Evet, ya bilinmezliğin ilerisine gidecek hiçbir şey bulamayacaktım, ya da geriye dönüp kaynak noktamdan umut ışığı arayacaktım. İkisi de oldukça yorucu gelse de hayatta kalma arzusu bünyemi öylesine ele geçirmişti ki ayaklarım geriye dönüp beni verdiğim karar doğrultusunda yönlendirdi.

Fakat düşünce dünyamın gürültüsüne öyle dalmış olmalıydım ki tam arkamdan gelen uğultuları ve ulumaları duyamamış ve hazırlıksız yakalanmıştım. Hayatımda ilk belki de son kez altı tane iri kurdu bir arada gördüm. Her şey saniyeler içerisinde gerçekleşti, altısı birden ren geyiğinin arkasından koşarken bir tanesi geyiği bacağından yakaladı ve hepsi bir anda hayvanın üzerine saldırdı. Yalnızca televizyon ekranından gördüğüm ve göreceğimi sandığım bu dehşet avlanma anına saniye saniye tanık olurken dilimi yutmuş gibiydim.

Ren geyiği can verip onların yemi olurken oldukça zayıf ve küçük olduğundan altısını da doyurmayacağı bariz belliydi. 

Ve sanırım ikinci av da ben olacaktım. 

 

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.
wild child | myg  Where stories live. Discover now