İntiharın Ertesi Günü

13 3 0
                                    

Hoppsan! Denna bild följer inte våra riktliner för innehåll. Försök att ta bort den eller ladda upp en annan bild för att fortsätta.

General Duka gülümseyerek "Emredersiniz Kralım." dedi. Ve Sardus'u selamlayarak taht odasını terk etti. Kralın yanından ayrılır ayrılmaz kışlaya giderek yanına savaşa hazır elli adam aldı. Çarçabuk hazırlanan atına atladığı gibi askerleri ile Şeytan Koruluğu civarındaki balıkçı köylerine doğru yöneldi.

Kraliyet sarayında bunlar olurken; Şeytan Korusu balıkçıları o gün de Mendre Ormanı'nın bereketsiz nehirleri tarafından sınanıyordu. Avsız geçen günlerde adet olduğu üzere köylülerin menüsünü yine yosun çorbası ve yabani meyveler oluşturuyordu. Köylerin nüfusunun büyük kısmı yaşlı ve çocuklardan oluşuyordu. Çocukların çoğu hasta ve çelimsizdi, sağlıklı olanlarsa zaten askere alınmıştı. Halleri içler acısı da olsa bu insanlar en azından ogre tehtidinden uzak bir şekilde sakin yaşamlarını sürdürüyorlardı. Ta ki General Duka ve adamları köye yönelene kadar.

Generali takip eden askerlerden; yetenekli bir okçu olan Vincent " General Duka efendim! Merakımı mazur görün balıkçılara yardım için mi gidiyoruz ? Köylere beklenmedik bir baskın mı oldu, bu köyde tanıdıklarım varda." dedi.

General Duka Vincent'e sert bir bakış atarak "Bu karışığı göz altına alın." dedi.

Ne olduğunu anlamayan Vincent kafasına yediği bir darbe ile bayıltıldı ve iki asker onu kollarından bir ağaca bağladı. General Duka " Talius başka balıkçı köyünden tanıdığı olan varsa gözetim altına alın. Bir daha böyle dikkatsizlik etme. Bu karışık belki de isyan başlatmak isteyen bir elf ajanı bile olabilir." dedi.

Tailus bile General Duka'nın içinde bulunduğu paranoyayı anlayamıyordu. Ancak bu adamın paranoyası onu sayısız tehlikeden kurtarmış ve bu güne kadar hayatta tutmuştu. Defalarca "Ama efendim, Vincent balıkçı köyünde doğdu ve yıllardır insanlığın onurlu bir askeri." diyecek oldu ancak ağzından sadece "Emredersiniz efendim." cümlesi çıktı.

General ve askerleri köye ellerinde kılıçları girdiler. Ne olduğunu anlayamayan köylüler neye uğradıklarını şaşırdı. Köydeki sessiz sakin atmosferinin yerini; korkup kaçışmalar, bağırış çağırış aldı. Askerler köylüleri meydana topladığında bir çoğu yaşanan hengame yüzünden yara bere içindeydi. "Ateşe verin." dedi general.

General Duka köylülere haklarında ki suçlamaları okurken; askerler köylülerin evlerini ve içlerinde ne varsa ateşe verdiler. Daha kendilerini savunma hakkı bile verilmeyen köylüler bu zulüm karşısında sadece dövünüp ağladılar. Yaşlılar bunu tekrar tekrar görmüş, çocuklarsa en acı şekilde öğreniyorlardı. Güçlü olan her zaman olduğu gibi yine haklıydı.

General Duka yüzünde sadistik bir gülümsemeyle dönüp, yanan evlere bakarken "Onurlu askerlerimizi katledenleri barındırmakla mimlendiniz, iki gün içinde her köyden üç temsilci kralımıza bağlılık yemini etmeye gönderilecek. En güzel hediyelerinizi ve kolları bacakları kırılmış şekilde asker katilini gönderin yoksa bir daha ki gelişimde tek yanan şu kıytırık barakalarınız olmaz. İnsanlığın yüz karaları." dedi. Bu konuşmanın ardından gözyaşları kan ve is ile karışan köylüleri arkasında bırakan askerler mağrur bir edayla köyü terk ettiler.

...

"Her neyse efendim gelmeden seni köyüne götüreyim" dedi Justin.

"Gerek yok Ruth zaten hava aydınlandı, kendim giderim. Hem efendin kızmasın."

"Kızarsa kızsın, bende kahyalığı bırakıp balıkçılığa başlarım." dedi Justin alaycı bir ifadeyle.

"Peki o zaman gel de seni babamla tanıştırayım." dedi Kate. Justin bir çantanın içine taşıyabileceği kadar yemek doldurduktan sonra, ikili zindan kulesini terk etti.

Şeytan Koruluğu'na giden yolda insanlar arasındaki fısıldaşmalar ve hayıflanmalar Justin'in dikkatinden kaçmadı. Keşke daha kaliteli silahlar kuşansaydım diye hayıflandı o da. Şehrin Mendre Ormanı'na açılan kapısından da dumanlar yükseliyordu. General Duka'nın sırtlan armasını taşıyan askerler tavernada eğleniyorlardı. Justin belkide ufak çaplı bir ogre saldırısıdır diye düşündü.

Kate Justin'in bu düşüncelerinden bir haber köyüne ve babasına dönüyor olmanın neşesiyle yola devam ediyordu. Justin çevik bir hareketle Kate'i yakaladığı gibi yol kenarındaki çalılıkların arasına saklandı. Kıza sessiz olmasını işaret ederek; köy yolunda bir ağaca bağlanmış bir adam ve yanında duran iki asker olduğunu gösterdi.

Kate fısıltıyla " Belki bir hırsızdır." dedi. Justin olayın heyecanıyla kızın beline sarılmış olan elini gevşetti. Bu esnada ayılmış ve kolundaki çakının yardımıyla iplerinden kurtulmuş olan Vincent, dans edercesine çevik hareketlerle başındaki iki askeri etkisiz hale getirmişti.

"Bu adam bir elf. Ormanda defalarca böyle çevik hareketlerini gördüm, bu hareketler bir insana ait olamaz." dedi Justin. Vincent yerde yatan askerlerin oklarla dolu sadak ve yayını alarak, yaya iki ok yerleştirdi ve çalılığa nişan aldı. "Orada olduğunuzu biliyorum. İkiniz dışarı çıkıp, silahlarınızı atın." dedi. Duydukları karşısında Justin ve Kate' in yüzü kireç rengine döndü. Ağır hareketlerle ayağa kalkıp çalıların arasından çıktılar.

Justin beline takılı olan iki kılıcını ve kolundaki hançeri yere bıraktı. Her ihtimale karşı botundaki hançerini saklıyordu. Benden zarar gelmez minvalinde ellerini açarak "Bela istemiyoruz, sadece şu güzelim orman yollarında sevgilimle biraz zaman geçiriyorum. Bence birbirimizi görmemiş gibi davranabiliriz." dedi.

Kadının kıyafetlerindeki yırtıkları gören ve yüzünü inceleyen Vincent Justin'in yanağını sıyıran bir ok gönderdi. "Kate, benim Vincent uzaklaş şu pislikten, uzaklaş ki seni kötü emellerine alet etmeye çalışan bu herifi rahatça öldürebileyim." dedi.

"Belki dün gece gerçekten de intihar etmeliydim. İçkisiz bir gece, yaralı bir omuzla şehirde uzunca bir yürüyüş, tecavüz suçlaması ve finalde ölüm tehdidi. Kate bence neler olduğunu anlatmadığın her saniye bu adamın beni öldürme ihtimali artıyor." dedi Justin yüzünde alaycı bir gülümsemeyle.

Griffonun GözyaşıDär berättelser lever. Upptäck nu