8. Bölüm

448 52 6
                                    


Bir gün boyunca tek kelime konuşmadık. Uyumadan önce bana sarılıyordu. Kokumu içine çekerek uykuya dalıyordu. Uyuduğumu sanıyordu ama gece uyanıp bana söylediklerini duyuyordum.

Beni sevdiğini ve gitmemin ikimiz için de doğru olduğunu söylüyordu. Bu sevgiyi asla unutmayacağını ve ölene kadar kimseye dokunmayacağını..

İkimiz de aynı hissediyorken neden böyle olmak zorunda kaldığını anlamıyordum. Ama gitmemi istemesinin bir sebebi olduğunu düşünüyordum.

Sabah erkenden kalkıp eşofmanları çıkardım. Kıyafetlerimi giyip çantamı toparladım. Gece üzerinden çıkardığı tişörtü çantama sıkıştırdım. Onu götüremiyorsam kokusunu götürmeliydim.

Sessizce dudaklarına son bir öpücük kondurup salona ilerledim. Bahçeden toplayıp verdiği çiçekleri alıp çantamın kenarına saplarını soktum. Çiçek kısımlarına da bol bir poşet geçirdim. Böylelikle onları koruyabilecektim.

Evin kapısından çıkınca sola dönecektim. Tam olarak nereden gideceğimi bilmesem de soldan gideceğimi öğrenmişim.

Kapıdan çıkıp ayakkabılarımı giydim. Son kez dönüp eve baktım. Hayatımın en mutlu günlerini yaşayıp, anılarımı bırakarak gidiyordum. Bahçeye bakıp gülümsedim. Dokunduğu her yer yeşeriyordu. Kalbimde de böyle rengarenk çiçekler açmasını sağladığı için ona minnettardım.

Tam gidecekken kapı açıldı.

"Nereye? Yolu bile bilmiyorsun Baek. Neden seni bırakmama izin vermiyorsun?!"

"Ben.."

"Orada bekle."

Kuma oturup onu beklemeye başladım. O sırada cebimdeki taşı çıkarıp inceledim. Hayatımı değiştirdiği için onu son nefesime kadar saklamak istiyordum.

"Gidelim."

Gözlerine baktım. Gitme demesini istiyordum. Benimle gelmek istemesini tercih ederdim. Ama burada kalmamı isteyebilirdi. Beni bırakmak istememesi yeterliydi.

"Gidelim.. Gelmesen de olurdu.."

"Henüz ülkene dönmediğini bilerek burada duramazdım Baek. Seni kendi ellerimle teslim etmem gerek. Vedalaşmadan gitmene izin veremezdim."

"Vedalaşmak zor geldiği için gidiyordum."

"Sana bir şey söylemedim. Neyse.."

Elimi uzattığımda tutmadan yürümeye başladı. Son kez yan yanaydık ve elimi tutmayı bile kabul etmiyordu.

Soldaki yoldan yürümeye başladık. Az ilerde birbirine uzak olan iki ağacın arasından girdik. İlerlediğimiz yolda taşlar vardı.

"Bu yolu sen mi yaptın?"

"Ne zaman alışveriş yapmaya gitsem birkaç tane yerleşirdim. Zamanla gidip gelirken tüm boşlukları doldurdum. Yolu bulmama yardımcı oluyor. Ama bir yerden sonra taş yok. Diğer taraftan bu yolu bulup gelen olmasın diye."

"Bizim gibi ormanı gezmek isteyen olursa?"

"Siz ormana yasak olmayan bir yerden girmişsiniz. Tahmin edemeyeceğin kadar uzun bir yol yürümüşsün. Fakat benim geldiğim yolda yasak olduğuna dair tabela var. Yani oraya giren olmaz."

"Uyaran biri yok mu? Sen nasıl giriyorsun?"

"Beni artık herkes tanıyor. Bu yüzden sorun yaşamıyorum."

Taşların bittiğini görünce sona yaklaştığımızı anladım. Aniden durup ona döndüm.

"Öp beni."

"Baek.."

"Son kez Luhan.. Lütfen.."

Dolan gözlerini saklamak için başını çevirdi. Üzülüyorsa neden gönderiyordu? Hissettiği şeyin ne olduğunu anlamakta zorlanıyordum.

Beklemediğim bir anda elimi sımsıkı tutup yürümeye devam etti. Kalbimi kırdığının farkındaydı demek. En azından elini tuttuğum için sevinebilirdim.

Adanın bazı yerlerinde bisiklete benzeyen büyük araçlar vardı. Onlardan birini alıp yanıma geldi. Hangi otelde kaldığımı öğrenip oraya sürmeye başladı. Gitmek istemiyordum. Hala ondan bir adım bekliyordum. Onunla olmak için her şeyi yapabilirdim.

Yaklaşık yirmi dakika sonra otelin önündeydik. Vedalaşmak için bana döndüğünde kuzenimi fark etim. Onun sayesinde vedamı erteleyebilirdim.

"Chanyeol!!!"

"Baek! Tanrım! Neredesin sen?!"

"Fırtınadan sonra kayboldum. Şanslıydım ki onun olduğu yere çıktım."

"Kaç gün oldu Baek? Neden daha önce gelmedin? Bu kim?"

Korece konuştuğu için Luhan bize anlamayarak bakıyordu. Onun da anlaması için Çince konuşarak durumu açıkladım.

"Bu Luhan. Ormanda kaybolduğumda saatlerce yürüdüm. Geceyi ormanda geçirdim. Ertesi gün onun evinin olduğu kıyıya çıktım. Hasta olduğum için gelemedim kuzen. Daha sonra da ayağım sakatlandı. Hala üstüne basarken biraz zorlanıyorum."

"Öyle mi? Kuzenimi iyileştirdiğiniz ve bize getirdiğiniz için teşekkürler."

"Rica ederim. Ben gideyim Baekhyun."

Gözyaşlarım hazırda bekliyormuş gibi aniden akmaya başladılar. İki elimle eline yapıştım. Son kez sarılmayacak mıydık?

"Luhan.."

Chanyeol tuhaf bakışlarını gönderiyordu. Bu sırada diğerleri de geldiler. Onlara açıklama yapacak durumda değildim. Onlar da bu tuhaf sahneyi izlerken açıklama bekliyor gibi görünmüyorlardı.

"Kendine dikkat et Baek."

"Luhan.."

Gözlerimin içine bakıyordu. Kalmak istediğimi söylesem kabul eder miydi? Etmeyeceğini biliyordum. Bu yüzden söyleyerek güzel kalbini acıtmak istemiyordum. Sadece veda etmeliydim.

"Sarılmayacak mısın?"

"B-ben.. E-evet.."

Kollarımı beline sarıp kimsenin ayıramayacağı gibi yapışım bedenine. O da kollarını etrafıma sımsıkı sardı. Aramızdaki şeyin özel ve güçlü olduğunu biliyordum. Ama onun beni göndermek için sebepleri olduğunu da biliyordum.

Sessizce veda etmek için başımı kaldırıp gözlerine baktım. İstediğimi yapacağını asla düşünmüyordum. Biliyordum ki beni mutlu göndermek istiyordu. Yavaşça yaklaşıp dudaklarıma yumuşak bir öpücük bıraktı.

"Seni seviyorum yaramaz çocuk."

Bacağımı işaret edip gülümsedi.

"Seni seviyorum Luhan."

Küçük bir öpücük kondurdum. Dayanamayacağını biliyordum. Tutkulu bir veda öpücüğü vereceğini de..

Kollarımdan ayrılıp arkasını döndü ve hızla yürümeye başladı. Ağladığını biliyordum. Kalbim bunu hissediyordu. İstemediği bir vedaydı. O gerçekten çok güçlü bir adamdı. Aşkla dokunduğu birini göndermek isteyecek kadar..

Olduğum yere çöküp sessizce ağlamaya başladım. Asla onun kadar güçlü değildim. Kalbimdeki bu ağırlıkta nasıl savaşacaktım?

Island ✓Waar verhalen tot leven komen. Ontdek het nu