27.Bölüm...

161 6 0
                                    

Young jea…

Hye su abla elindeki pasaportu sallarken “Onu bulmamız gerek!” diyordu. Sadece bir hasta adı ile Amerika’ya kalkıp gitmekten bahsediyordu. “Bir planın var sanıyordum Hye su abla!” dedim bu duruma öfkelenmemeye çalışarak. Nereden baksanız tanımadığımız birini aramaya başlayalı bir ayı geçmişti. Her geçen gün durum daha kötüye gidiyordu.

Abimin sahte cenaze töreninden sonra ailem de İtalya’ya gitmiş, Bana da hastaneye sahip çıkmak kalmıştı. Hastanedeki doktorların ağzını kapatmak da cabası… İl sung; hye su ablanın yanı sıra birde abimin başına korumalar dikmişti. Korumadan öte bildiğiniz fedailerdi. Hastane sakinleri de bu durum yüzünden homurdanmaya başlamıştı. Hastalar ne zaman bu adamları görseler korkuyor ve hastaneye gelmek istemiyorlardı.

Elindeki pasaportu alıp “Kendini çok rahat hissetmiyor musun!” diye çıkıştım. Babası tutuklanmış ve hapishaneyi boylamış olsa da hala peşindeydi. Verdiği tepkime iç çekip “Pes edecektir mutlaka…” dedi. Her ne kadar bu söylediğine beni inandırmaya çalışsa da kendi inanmıyordu.

Öfkeyle “Bu yüzden mi anneni evine göndermek yerine farklı bir isimle Fransız vatandaşı yaptırıp sakladın!” diye çıkıştım. Annesinin adını, nerede olduğunu kendisinden başka kimse bilmiyordu. Onu korumak için her şeyi göze almış gözüküyordu. Canını ortaya koymakta buna dâhildi…

Sözlerim onda hiçbir etki yaratmamış gibi yanımdan geçip gitti. Tam dışarı çıkacaktı ki “Valizini hazırlamaya başlasan iyi edersin… Çok zamanımız yok!” dedi. Bunu fark etmiş ve anlamış olması bir harika doğrusu. Pasaportu masanın üzerine fırlatıp dikkatle abime baktım. Yüzünde bir nokta kadar mimik yoktu.

“Uyumak bu kadar güzel mi de uyanmıyorsun!” diye çıkıştım beni duymayan abime. Bir ara onu yumruklayıp döve döve uyandırmak bile geldi içimden. Ama sadece içimde gelmekle kalmıştı. Sürgülü kapının açıldığını duyduğumda “Hye su abla yeter…” demiştim ki gördüğüm kişiyle sözleri geri yutmak zorunda kaldım.

Hana elinde çiçeklerle kapının önünde mahcup bir şekil de duruyordu. Kalktığım yere yeniden oturup onu önemsememeye karar verdim. Hoş görmemezlikten gelmek deveyi hendekten atlatmak kadar zordu doğrusu. İnsana kendini fark ettirmek konusun da gerçekten üstün başarıları vardı. Hatırı sayılır baş belası, Çiçekleri burnuma sokup “Bana vazo getirmeyecek misin?” diye şakıdı. Bir ara çiçeği elinden alıp kafasına kafasına geçirmek geldi içimden.

Burnumun dibinde ki çiçekleri geriye itip “Sana buraya gelmemen gerektiğini daha kaç kez söyleyeceğim hana!” diye bağırdım. Laftan anlamıyordu sanki. Onca korkunç şeyden sonra nasıl olur da hala hayatım da olmak isterdi. Bakışlarım kolundaki izi belirgin duran kesiğe kaydı. O günü, birkaç dakika önce olmuş gibi hatırlıyordum.

Abimin yanın da olduğunu düşünüp Hana’yı aramıştım. Açılan telefon ise bana dünyanın bir cehennem olduğunu hatırlatmış, Zebanisi de bay parktan olmuştu. Elinde o muhteşem asasıyla kahkahalarla gülüyordu boynuzlu şeytan zihnimde. “Eğer hana’yı istiyorsan evime gelmelisin Young jea” demişti. O gün kendime göre iyi bir pazarlık yapmıştım zebani müsveddesi ile. Hem abimi hem de Hana’yı korumuştum aklım sıra.

Evden tam çıkacağımız sıra da bay park çevremizi sardırtmış bize de onun işkencelerini çekmek zorunda kalmıştık. Hana’nın kolundaki kesikse beni koruyum derken olmuştu. Önüme atlayıp da bana saplanması gereken bıçağın onun koluna saplanmasını ömrüm boyu unutamayacağım. Nereye baktığımı anlamış gibi kolunu çiçeğin arkasına saklarken neşeli gibi davranıp “Hadi ama Young jea…” dedi.

“Sadece bir vazo getireceksin. Kimse abine yaklaşamaz, yanında ben varım. Onu kesinlikle korurum…”

Duyduğum sözlerle hızla oturduğum yerden kalktım. Beni çıldırtmak için dünyaya gelmişti bu kız kesinlikle! Kolundan kavrayıp kendime çektim. Elindeki çiçekler yere düşmüştü ve ben fark etmeden çiğniyordum çiçekleri. Beni iteleyip “O çiçekleri ezesin diye almadım.” Dedi. Sesi öfkeliydi ve gözleri dolmaya başlamıştı. Ağlayacak gibi bakıyordu bana.

KAÇAK GELİNHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin