7 . Bölüm: Portekiz'de Cumartesi

152 14 14
                                    

Portekizde bir pazar günü. Saat şu anda güneş doğalı yaklaşık beş dakikada oluyor. Cumartesi, yılın "o zamanıydı". Harika bir gün olduğunu belirtmeden geçemeyeceğim.

Portekiz temsilcisi ile karşılaştım. Sahiden ülke temsilcilerini bu haldeyken çekiyor gibiyim. Ama sana anlattıklarım dışında, tek başıma saklanarak yüzlerce yıl "o günü" atlattım, ama ne zaman dışarı çıksam denk geliyorlar.

Oh, konumuz bu değil!

Portekiz biraz kaba ağızlı ama iyi bir çocuk. İspanya gibi. İspanya'dan hediye olarak bir dolu yarası ve İspanya'nın aynısı bir yüzü var!

Oh, bu arada, İspanya'nın acımasız bir yanı olduğunu biliyor muydun? Aslında Arabistan onu alıştırdı, acıyı algılama sorunu var. Bende bazen Arabistan'ın yaptıklarını izlemiştim, gurur duymuyorum.

İspanya bu 'alıştırma' yöntemini kardeşleri üzerinde de denemiş olacak, sıcak su almış kıyafetlerimi temizlemek için misafirhaneye götürürken, bütün suyu bir anda karşıma çıkan Portekiz'in üstüne döküp onu çok kötü yakmıştım. Ama ondan bir yüz buruşturma bile alamamıştım.

İspanya'dan yadigar yaraları ıslanan gömleğinin ardından keşfettim tabii. Büyük bir utanç ve suçluluk duygusuyla ona kuru giysiler satın aldım ve özür olarak 'soğuk su' ısrarladım.

"İsmin ne?" Dedi. Kendi soğuk suyumu yudumlarken hala utancımdan başımı eğik tutuyordum.

"Constantina. Senin?"

"An-Antonio..." bunu söyler söylemez homurtu gibi bir ses çıkarttı. Gülümsedim. Ben bir anda isim uydurmaya alışmıştım, ancak Portekiz pek alışık gibi değildi. İspanya'nın insan ismini kullanıvermişti. Eh, her şeye rağmen onu çok seviyordu ne de olsa.

"Umarım yanıklarınız iyidir bay Antonio. Soğuk bez bastırmama bile izin vermediniz." Aslında ihtiyacı olmadığını biliyordum. Bir ülke için bir yanık fazla bir şey ifade etmez, bir dakika geçmeden iyileşirdi. Omuz silkti ve tombul bir puro çıkartıp yaktı.

"Önemli değil. Yaralarımı gördün ya, onlar daha çok canımı yaktı." Sonra alayla güldü. Bana bakan gözleri kısılmıştı ve sesindeki alayı taşıyorlardı. İstemsizce kaşlarımı çattım.

"Gerçi ben sizin için endişelendim. Bana çarptığınız zaman çok güçlü çığlık attınız. Siz kadınlar, iğne batsa hüngür hüngür ağlarsınız değil mi? Çok narinsiniz." Gözüm seğirdi. Yaralarından konuyu çevirmek için bunu yaptığını biliyordum, bütün ülkeler için hassas bir konuydu. Ama bu beni daha az öfkelendirmedi.

Bir kadın olarak değil, bir insan, Constantina olarak onurumu kırmıştı. Oysaki ondan daha fazla yara izi vardı bende, ondan daha çok savaş görmüştüm.

"Kalkınız, bay Antonio." Dedim dişlerimin arasından. O kadar öfkeliydim ki hangi dilde söylediğimi bilemedim. Ama görünen o ki benim ne dediğimi anlamış ve elindeki puroyu döndürerek tek kaşını kaldırıp bana bakmıştı.

"Neden?"

"Sizi sıcak suyla yakmam canınızı acıtmamış belli, ama şimdi bu benim içimde kaldı. Sizinle bir düello yapmak, sizi bizzat yaralamak istiyorum."

Portekiz iki kılıç taşıyordu. O daha ne olduğunu kavrayamadan birini kaptım ve ona doğru savurdum. Sandalyesinden fırlayarak hamlemden kıl payı kurtuldu. Purosu çamura düşüp söndü.

Avrupa tipi kılıcın verdiği yabancı hisle biraz rahatsız olarak, tekrar hamle yaptım. Bu defa öteki kılıcıyla kendisini savundu. Bir kadın için fazla güçlü ve hırçın saldırılarım vardı, bunu öngöremediği için savunmada yalpaladı. Ama ben onun kendisini toparlamasını beklemedim, madem kendi erkekliğine çok güveniyordu, beni pekala alt ederdi.

Beyaz, sözde masumiyetin rengi eteğimi uçurarak masanın üzerine sıçradım, kendisini bu defa daha iyi savunsa bile hala rakibinin saldırılarına yeterince ayak uyduramıyordu.

"Eğer savaş meydanında da böyleysen, Antonio... sen bedenindeki her bir yarayı hak etmişsin demektir!" Bu küstah laflarım onu nihayet kendisine getirdi. Bana karşılık vermeye başladı.

Bir iki adım geriledim, masadan aşağı atladım. Bir erkek olarak benden güçlüydü, ama deneyim avantajı bendeydi. O dövüştüğüm ilk erkek değildi, kesinlikle son da olmayacaktı ama ben onun dövüştüğü belki de en deneyimli kadındım. Karşı saldırlarını beni zorlamadığını, korkmadığımı belli ederek üzerine gitmeye devam ettim.

Eğer elimde orta Doğu tarzı bir kılıç olsaydı, onu iki hareketle alt ederdim ama elimdekilerle de gayet iyi iş çıkartıyordum.

Kazanmam yaklaşık bir ila bir buçuk dakika sürdü. Onu yere yıktığımda kılıç kullanmaktaki becerilerime hala inanamıyor gibiydi. Sırıttım. Beyazelbisem ter ve kum içinde kalmıştı ama o anda umursadığım şey bu değildi.

"Kaybettiniz, bay Antonio." kılıcı, yanına fırlattım. Toprak zemminde tangırdadı. "Şimdi narinliğiniz adına, hüngür hüngür ağlayın." Bana öfkeleneceğini düşündüm, kelimelerim hala çok küstahtı. Ama aksine, bana hayran olmuş bir şekilde bakıyordu.

"Bir... bir erkek gibi kılıç kullanıyorsun!" Yüzümü ömrümde hissetmediğim kadar tiksinerek buluşturdum. Karşısına bir erkek olarak çıkmamıştım. Masum beyazlar içindeki bir kadın olarak çıkmıştım.

Ben o anda bir kadındım, oysa bir erkekti.

Nedendir bilinmez, yere serdiğim Portekiz'in kum yapışmış esmer dudaklarına baktım. Benimkiler karıncalandı. Ben bir kadındım, o da bir erkekti. Ürperdim, bunu fark etti mi bilmiyorum. Bedenimi zorlayıp kazanmıştım, şimdi bedenim bir ödül istiyordu.

Bir anda hipnotize olmuş gibi, beyaz eteğimi bacaklarımın arasına sıkıştırıp eğildim, esmer delikanlının toprakla bej rengine dönmüş gömleğini tuttum.

Dudaklarımız birleştiğinde içimde bir kuş coşkuyla kanat çırptı. Ödülümün tadını biraz çıkarttıktan sonra kendimi toparladım ve derhal geri çekildim.

"Hayır, bir kadın gibi dövüştüm." dedim.

Sonra, işte buradayım. Bir misafirhaneye saklandım, yarın da hiç bir şey olmamış gibi Constantina da yok olacak...

-Beyaz elbiseli savaşçı

GünlükWhere stories live. Discover now