GİRİŞ

463 20 23
                                    

Normalde asla böyle bir şey yapmazdı.

Ama patronu fazla ısrarcıydı, Türkiye temsilcisi ise itiraz etmek için fazla yorgun. Bu yüzden maskesini kontrol edip, toplantıda söz istediğinde pek de heyecanlı yada fazla sıkkın bir hali yoktu.

"Eee... İstanbul'daki eski evimde parti vereceğim gençler. İskandinav ülkeleri, Avrupa ülkeleri, filan falan... herkes davetli." Ülkeler oldukça şaşırdı. Eh, bu genelde tam da Amerika'nın yapacağı bir şeydi, Türkiye'nin değil. Üstelik Türkiye ciddi ciddi bu işlerde iyi değildi.

Patronuna muhtemelen kimsenin gelmeyeceğini belirtmişti. Malum, pek çok ülkenin zamanında burnundan getirmişti. Ama patronuna anlatamadı, sürekli diğerleri ile iyi arkadaş olması için baskı yapıyordu. Bunun en iyi yolu da, elbette bir partiydi!

Heh... Parti bir fiyaskoya dönünce, hiç değilse onu bir daha zorlamazdı.

Toplantıdan sonra, parti için günler boyunca yapabildiği kadar hazırlık yaptı. Patronu hevesliydi, temsilci ise beklentilerini olabildiğince düşük tuttu.

Ve sonunda parti günü gelip çattı. Osmanlı döneminden kalma ahşap ev, zamanın ötesinde geçecek kadar iyi hazırlanmıştı. İçkilerden tutun, müziklere, anca kuş sütü eksik ziyafet sofrasına kadar. Türkiye hiç bir masraftan kaçınmamıştı.

Saatler ilerledikçe ilerledi, ama kimse gelmiyordu.

Bütün hafta olduğundan çok daha suskun, sek rakısını yudumlarken patronuna kimsenin gelmediğini nasıl nazikçe açıklar diye düşünüyordu. Biraz üzücüydü tabii ama... yapacak bir şey yok, eskiden çok gaddardı. Herkesin ona karşı korku-nefret karışımı duygular beslemesine hak veriyordu. Öyle olsun istemezdi, bir nevi onu öyle olmaya hayat zorlamıştı. Rusya ile biraz benzer bir durumdaydı. Tek fark, Rusya yaptığının kötü olduğunu bilmiyordu, Türkiye ise biliyordu.

Ama Allah'a şükür, artık öyle olması gerekmiyordu. Kimseye bulaşmak istemiyordu. Sadece iyi ve biraz gürültülü bir ihtiyar olmaktan memnunumdu...

Bu çok, çok önceki hayatını düşününce harika bir şeydi. Tek sorunu partisine kimsenin gelmemesi olsun, yine de ülkeler tarafından az da olsa takılıyor ve tek başına içkisinin tadını çıkartabiliyordu.

...Zaten sadece bunun için tek dileğini harcamıştı.

Saatler geçiyordu. Bekledi ve bekledi... içindeki incecik umut kırıntısı "ya Japonya? O da gelmez mi?" diyordu. Ama gelir miydi ki? Yunanistan onu... onu bırakmazdı. Hatta daha geçenlerde Japonya'yı tam da parti günü bir yere davet etmiş ve zorlayarak kabul ettirmişti. Kahrolası Avrupalı...

Yemekler buz gibi olmuş, Türkiye'nin ise rakısı bitmişti. Tam artık yatması gerektiğini düşünmeye başlamıştı ki, kapısı tıklatıldı.

Temsilci şaşkınlıkla kala kaldı. Fakat kendisini hemen toparladı, seri adımlarla kapıya gidip açtı.

Finlandiya.

"Um... İyi akşamlar, Türkiye. Parti henüz bitmediyse bir bakalım dedik!.."

Temsilci biraz gergin, biraz nazik bir gülümseme ile Türkiye'ye bakıyordu. Yanında her zamanki keskin bakışlarıyla İsveç, aralarında en istekli duran -ama hiç istemiyor gibi görünmeye uğraşan- İzlanda vardı.

Türkiye olabildiğince saygılı ve nazik bir şekilde gülümsedi. Japonya değildi, ama içine yumuşak bir şeylerin aktığı hissettirmişti."Tabii. Lütfen, içeri buyurun ve lütfen ayakkabılarınızı çıkartın." Zaten soğuk ülkeler oldukları için İstanbul'un buz gibi rüzgarları onları etkilemiyor olacak, ceket bile giymiyorlardı. O nedenle Türkiye temsilcisi, genelde beyefendice yaptığı nadir hareketlerden biri olan 'paltonuzu alabilir miyim?' merasimini es geçmişti.

GünlükWhere stories live. Discover now