44.Bölüm • Yolculuk ve Aşk

20.1K 1.3K 709
                                    

Birkaç saat boyunca, sessizce atlarını sürdüler. Hava kararmaya başlamıştı. Alacakaranlık yerini yavaş yavaş zifiri karanlığa bırakıyordu. Yol boyunca sessizlerdi. Ufak ufak konuşmalar haricinde Darya da, Kral Lev gibi sessizdi. Sanki konuşmama oruçları varmış gibiydi.

Darya'nın karnı yavaş yavaş ağrımaya başlıyordu. Bu açlıktan mı yoksa geçen yaralarından dolayı mı bilmiyordu. Aslında her ikisi de olabilirdi. Gece hana gideceklerdi. Ama şimdi hana gitmek için fazla erkendi. En az iki saat daha yol kat etmeleri gerekiyordu. Sadece o zaman bir han ile karşılaşabilirlerdi.

Rahatsız edici sessizlik, geçtikleri patikayı da boylu boyunca sararken Kral Lev konuştu. "İlerilerde bir kıraathane var. Oraya gideriz, ama sakın yeşil olduğunu belli etme."

Darya boğazını temizledi ve başını salladı. "Eldivenlerim var. Belli etmem."

"Patikadan geçtikten sonra kent var. Kahvehane de orada. Bilmeni isteyeceğini düşündüm."

"Teşekkürler, efendim." Darya atın dizginlerini sıkıca tutarken alt dudağını ısırdı.

Patikanın çevrelediği ormanın içinde bir geyik sürüsü olduğu seslerden belli oluyordu. Ormanın içinden gelen ayak sesleri rahatsız edici olmasa da kulak tırmalıyordu. Buralara daha önce hiç gelmese de, kendisini doğanın bir parçası olarak görüyordu ve bu iyi bir şeydi.

Bazı şeylerden şüpheliydi ve bunları belli etmemesi lazımdı. Sorgulaması yasaktı. Sadece toplantı, diye fısıldadı kendi kendine. Sadece bir toplantı...

Pjotr'u da düşünmeden edemiyordu. Onu öylece bırakıp gitmişti. Daha doğrusu Pjotr onu bırakıp gitmişti ama ne fark ederdi ki? Sonuçta ayrıydılar. E, yan yana da olmak istemezdi Ama yine de halini hatırını bilmek isterdi. Onu seviyordu, ama bazı şeyler olmuyordu; yolunda gitmiyordu. Sonuçta şah, piyonun yerini asla tutmazdı. Ve Darya, bu oyunda bir piyondu. Şah olan ise Pjotr'du. Piyon ölürse de pek bir şey fark etmezdi; şah yine aynı kalırdı.

Sonunda patikadan çıktıklarında, onları güzel, küçük bir şehir karşıladı. Bu yer Isla Kasabası'nı andırıyordu ve bu yer, Darya'nın tüylerinin ürpermesini sağlıyordu. Kötü anıları zihninde canlanıyordu. Kölelik, azarlamalar, yırtık elbiseler, lağım suyunu andıran artık yemekler...

Şehrin dört yanını kuşatmış insanlar, tüccarlar, dükkânlar ve atlılar vardı. Bunların çoğunluğu soylu değildi, sıradan insanlardı. Burada da çoğu şehirde olduğu gibi orta durumlu insanlar yaşıyordu. Yoksullar da vardı fakat onlar daha çok çiftçilik işi ile uğraşıyordu.

Darya'nın içi, elinde paketlerle yürüyen güzel bir köle gördüğünde ürperdi. Kömür rengi saçları ve bir tebeşiri andıran bembeyaz teni, derisine bir boncuk gibi yerleştirilmiş zümrüt yeşili gözleri vardı. Güzelliğini örten tek şey pislik içinde elbisesi ve yüzündeki çamur lekeleriydi. Bir altın olarak doğsaydı kim bilir ne mertebelerde olurdu. Sarayda güzel bir leydi olarak yaşardı ve belki de kralı tavlayıp bir kraliçe olabilirdi.

Kral Lev, dizgini çekip atını durdururken, "Geldik," dedi boğuk, sıkıcı bir sesle. Atından indi ve siyah cüppesini düzeltti. Kırış kırış olmuş deri pantolonunu silkeledi ve derin nefesler alıp uzaklara bakmaya başladı.

Bunun üzerine Darya da atından indi. Ardından atını bir yere bağladı ve yerdeki uzun kaldırıma oturarak biraz soluklandı. Deri eldivenlerini düzeltti. Elleri biraz terlemişti; bunu belli etmemeye çalışıyordu. Eğer şehirliler, onun bir yeşil olduğunu öğrenirse, bu pek iyi sonuçlanamazdı. Bu yüzden Darya yerine sindi ve parmaklarını oynatmakla yetindi.

YÜKSELİŞHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin