🌸A🌸

363 70 19
                                    

O şehir. ..
Hayır. .
Dağları dolana dolana değil, tünellerle karınlarına delik açılmış dağları bir kez de biz delerek geçtiğimiz yollar şehre mesafemizi on dakikaya kısalttığında artık 'Bu Şehir' sin sen.

Bu şehirdesin..

Ayrılıklarda birinin giden diğerinin kalan olduğu rollerden kalan olmak sana düşmüştü.
Ama henüz on iki yaşındaydın.
Ayrılık en fazla farklı okullara gidişmizdi senin için.

Arabayı hala ben sürüyorum. .
Başımı sağa çevirdiğimde on ikisindeki son görüntün yanımdaki koltuğa kurulmuş, bacaklarını kendine çekmiş, kollarını sarmışsın.
Elinde uçamayan yeşil helikopterin.
Kuyruğundan tutmuş sallıyorsun.
Uçan şeylere taparcasına hayranlığın vardı. Hala öyle misin bilmem.
Başını öne eğiyorsun.

"Okulda çok sıkılıyorum hyung.
Sen yoksun.
Keşke sen de benim okuluma gelseydin."

Yanımdaki somurtkan küçük çocuğa gülüyorum.

"Hayır, ben senin okuluna gelemem.
Senin okulun zor."

Ve yeşil helikopterini gövdesinden tutarak ağzından çıkardığın tuhaf seslerle uçuruyorsun.

Sahi hala pilot olmak istiyor musun?

Bu şehir ..
Ve o ev..

Arabayı evinizin önünde ağır ağır park ettiğimde sızlayan bacaklarımı ovarak arabadan iniyorum.
Annem annenle çoktan kucak kucağa.
Ve babam babanla her defasında ismini unuttuğum o takımın kaçırdığı sayı hakkında sanki daha dün ayrı evlere gitmiş de bugün tekrar buluşmuşlarcasına muhabbetlerine devam ediyorlar.

Etrafa göz ucuyla bakıyorum.
Yoksun..

Elimde valizlerle çocukluğumun yarısını geçirdiğim evinize giriyorum.
Hatmiler çiçek açmış ..
Sardunyalar yine bahçe duvarınıza yaslanmış, duvarın ardını merak eder gibi başlarını uzatmış..
Yoksun..

Minju teyzenin bizimkiler için hazırladığı odaya onların valizlerini bıraktım.
Misafir odasını onlara ayırmışlar.
Haliyle bana gösterilen oda senin odan.
Minju teyzenin de dediği gibi..
Ne de olsa çocukluk arkadaşıyız.
Aradaki beş yıllık ayrılığın, on iki yıllık birlikteliğimizin yanında lafı bile olmaz.
Olmaz değil mi?

Ne sen ne de ben hatırlarım ama annen evinize gelişimizin ardından bir kez daha o hatıramızı anlatıyor.

"KyungSoo'nun biberonunu az kaçırmadın Jongin. Ballı süte çok düşkündün. Oğlum senin yüzünden kısa kaldı."

"Hala kısa mı?"

"Ehh işte.. Senin kadar uzun değil. Bakim Alnı senin çenene ancak gelir. Her halde sekiz dokuz santim var aranızda."

"Bir biberon boyu kadar yani.."

Gülüşüyoruz.

Annenle odana geçip valizimi bırakıyorum bir köşeye.
Bu denli temiz ve düzenli misin yoksa Minju teyzenin bir jesti mi bu seçemiyorum.
Çünkü yoksun.
Soramıyorum.

Minju teyze yol yorgunluğumu atmam için bana müsaade verince ilk iş banyonda duş alıyorum.
Çocukluk arkadaşıyız ne de olsa.
Yatağına uzanıyorum.
Yirmi yaşında koca adamız.
Kalbimizde bir yaren de olunca aklımız aşkın tutkulu taraflarına kayıyor.
Yastığını koklamak için tutuşuyorum.
Ve başımı kendi yastığımdan senin yastığına atıyorum.
Tuhaf ama güzel..
İğde kokuyor.
İğde kokusu içeren şampuan, sabun, yumuşatıcı, deterjan bilmiyorum.
Ama sanki yastığına değil de bir iğde ağacının dallarına sarılmışım gibi.
Kokusu ile başım dönüyor.
Baş ağrısı, karın sancısı final sınavlarından sonra dinlenmeye fırsat bulamadan bir davetinizle yola çıkmamız da cabası birikmiş bir yorgunlukla kolayca uykuya dalıyorum..
Rüyalardaki mevzu belli..
Yeşil güllü fincanlar..

Fincanında Yeşil Güller Vardı.. 《Dörtleme》Where stories live. Discover now