“Bayan park gelin odasına kadar size eşlik edeceğim” dedi görevli kadınlardan biri. Hemen arkada dikilen kadına bakıp “bayan parkın etek ucunu tutun yerde sürünüp mahvolmasın!” dedi ve eliyle buyur edip kızın geçmesine izin verdi.

Hye su buz gibi hissediyordu kendini. Aklında tek bir şey vardı artık. Annesinin iyi olması… Buyur edilen odaya girip tam ortada duran eski model gözüken koltuğa oturdu. Güçlü olması için dinlenmesi gerekti. Kadınlardan biri “Çok güzel gözüküyorsunuz efendim…” dedi.

Kız sadece başıyla teşekkür etmekle yetinip elindeki çiçeği yanına bıraktı. Sakin olmaya çalışıyordu. Çiçeğin içinde saklı olan jilete son kez bakıp “teşekkürler anne…” diye fısıldadı. Açılan kap ile bakışlarını çiçekten çekip gelen kişiye baktı.

Baktığı an nutku tutulmuştu. Gözleri irileşerek smokin içinde duran adama baktı. Oturduğu yerden ayağa kalkarken “Sen!” dedi. Onunla ilgili bir şeyler bekliyordu ama bu kadarını hayal bile edemezdi. Adam hafifçe gülümseyip “bir sorun mu var hayatım…” dedi. Sesi de en az kendi kadar zehirli ve korkunçtu…

“ah haberin yoktu sanırım… Sana söylemeye çalışmıştım bebeğim ama beni dinlemedin…” dedi tırnaklarına bakıp gayet normal bir şey söylermiş gibi. Hye su oturduğu yerden kalkıp “bunu nasıl yapabildin!” dedi. Hiçbir şey mantıklı değildi.

“Nasıl? Nasıl kardeşini kendi ellerinle öldürttün!” diye bağırdı ansızın. Şimdi karşısında duran gerçekler ellerini kollarını bağlıyordu. Tea hyun duyduğu şeyle kahkaha attı. Komik bir şey varmış gibi ortada. Hemen arkasından ellerini birbirine vurup alkışlamaya başladı. Hye su daha ne olduğunu anlamadan adam öfkeyle konuşmaya başlamıştı.

“Evet, şu baş belası kardeşim il sung… Onu elime geçirdiğimde inan zevkle kafasını gövdesinden ayıracağım…”

“İl sung yaşıyor mu? Ama bu nasıl olur?”

Adam heyecanla gözleri parlayan kıza bakıp ellerini yumruk yaparak kıza yaklaştı. Sevinçle gülümseyen kızın bu haline öfke duyuyordu. Kızın kolundan yakaladığı gibi kendine yaklaştırdı. Dişlerini sıkarak “Beni dinle küçük solucan!” dedi.

“Eğer beni küçük düşürecek bir hareket yaparsan; sana bunu pahalıya ödetirim. Bu yüzden beni öfkelendirecek bir şey yapma ve oturduğun yerden kıpırdama… Eninde sonunda evlenmiş olacağız…”

Hye su yüzünü yapık geçen nefesle sakin kalmaya çalıştı. Ama hemen dibinde öfkeyle deliren adam yüzünden korkuları gün yüzüne çıkıyordu. İl sung’un yaşadığını öğrenmekse bu güne kadar yaşadığı acıların hepsini silip süpürmüştü.

Bakışlarını Tea hyun’un yüzüne dikip “Chin ho ya ne yaptın!” diye bağırdı. Eğer il sung yaşıyorsa Chin ho da yaşıyor olabilirdi. Ama aklına gelen iki el ateş bunun gerçek olmadığını düşündürüyordu. Kızı geriye itip “bir de şu baş belası geberemeyen arkadaşın vardı dimi…” diye soludu. Sinirleri iyice geriliyordu.

“Onunda bu gün çaresine bakacaklardır hem de kendi babasının hastanesinde…”

Hye su; başını dikleştirip “Eğer…” dedi. “Eğer onların saçlarından bir tel düşerse seni gece uykunda öldürürüm ve inan bundan büyük zevk alırım!”

Genç kadın şimdi kendini daha güçlü hissediyordu. Açılan kapıdan giren görevliye bakışlarını çevirip baktı. Kadın mahcup bir şekilde içeri girmişti. “Efendim zaman geldi” dedikten sonra karşısında duran adama bakıp “Burada olmamanız gerekir… Gelini nikâhtan önce görmek uğursuzluk getirir...” dedi. Hye su’yun dudakları hafifçe gerilip fısıltı halinde “bizde bunu umuyoruz…” dedi. Bakışlarını alayla adama çevirip “duydun…” dedi.

KAÇAK GELİNHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin