Bölüm 56 - Kaçışın Yok

Começar do início
                                    

"Prens büyüdü, bir kadını sevdi; kadın öldü. Prens adam oldu, bir kadın sevdi; kadın öldü. Adam bir kadın daha sevdi, kadın öldü. Adam artık sevmeyi unuttu, yabancı bir kadınla aynı yatağı paylaştı, ihanetle süsledi evliliğini, kavgalarla taçlandırdı. Sonra bir veliaht doğdu."

Devam etmesi için hevesimi sağlamlaştırıp tüm dikkatimi mimiklerimi şekillendirmeye harcadım. Onun evladı olabileceği fikri ilgimi cezp etmişti. "Ve?" diyerek onu anlatmaya teşvik ettim.

Yahut etmeye çalıştım.

"Veliaht, babasına benzedi. Bir kadın sevdi ve kadın öldü.Masal da burada bitti," dedi ve bana hiçbir şey söylemeden ayağa kalkıp ellerini birbirine vurarak tozları silkeledi.

"Anlamıyorum," dedim ona aşağıdan bakarken.

Gözlerini okyanusun maviliklerine dikti ve saniyenin onda biri kadar sekmenin ardından bana çevirdi "Biri beni yaralamadı ya da ben intikam uğruna böyle davranmıyorum, Melek. Benim kanım lanetli, ben doğuştan bu hislerle büyüdüm. Sen nasıl gülmeyi doğduğundan beri öğrenmeden yapıyorsan ben de aynı şekilde tüm bunları doğuştan gelen hislerle, sekmeksizin yapıyorum. Doğuştan. Başka bir açıklaması yok," dedi.

Kaşlarım çatıldı "Senin çocuğun yok mu?" diye sordum.

"Ne çocuğu?"

"Veliaht?"

"O benim,"

"Ben senden senin hikayeni duymayı bekliyordum," dedim.

Sabır dilenircesine iç çekti "Bu benim hikayem," dedi

"Bu hiçbir şeyi açıklamıyor,"

"Ne duymayı bekliyordun?"

"Senin...-"

"Bekleme," dedi cümlemi yarıda keserek "Benden hiçbir şey bekleme, Melek. Sen romantik bir şeyler bekliyorsun. Hayali şeyler bekliyorsun ama değil. İnsanlar hislerle, dürtülerle doğar; yaşar ve ölür. Bir şey yüzünden... Basit bir şey yüzünden değişmezler. Doğa bu şekilde işlemiyor,"

Nefes aldım ve kendi kendime sıkı bir çimdik attım. Ne bekliyordum ki? Kendini bana açmasını mı? Bana bir şeyler anlatmasını mı? Neden bekliyordum? O, Black'ti. Adının hakkını verecek kadar kopkoyu hayatını kimseye açmazdı. Karanlıktı. Siyahtı. Beyaz boyanın içine bir damla siyah düşürsen evet, rengi değişirdi ancak siyaha bir damla beyaz hiçbir şey yapamazdı.

"Anlıyorum," diye mırıldandım ancak hiçbir şeyi anladığım yoktu.

"Kalk, eve gidiyoruz,"

Arabanın tekerinden destek alarak ayağa kalktım "Beni ne zaman bırakacaksın?" diye sorduğumda aslında benim için taşlar yerine oturmuştu. Neden onunlayım, diye sordum kendime. Cevabı açıktı. Beni yola getirmek için bitmek tükenmek bilmeyen bir arzusu vardı. Eğer ona itaat edersem, boyunduruğu altına girersem benden sıkılacaktı, istediği her neyse onu alacaktı.

En sonunda da beni serbest bırakacaktı.

"Yürü, Melek."

Başımı salladım ve o yürümeye başladığında adımlarıyla uyumlu olarak yürümeye başladım. Başım dik, gözlerim onun omuzlarına sabitlenmiş halde teslim bayrağını hiç olmadığı kadar yükseğe çıkarıp salladım. Ölüm, benim A planımdı ancak şimdi, kendimi teslim ederek onu kabullenecektim. Ne istiyorsa yapacaktım. Buna mecburdum. Direnmek yok çünkü daha tadına varamadığım otuz yaş sendromum, yaşlılığım ve kendi kendine gelmesini beklediğim Azraille tanışmam vardı.

Siyahın Vedası | KüllerOnde histórias criam vida. Descubra agora