♧ Bölüm - 10 ♧

En başından başla
                                    

"Çok sinirlendim ben..." demişti ki Duygu daha fazla konuşmasına fırsat vermeden telefonu kapattı. Ne yapacağını bilmiyordu. Mert için hiçbir şey yapmak istemiyordu. Tek yapmak istediği bir an önce bu evden gitmekti ama ona da cesaret edemiyordu. İyiden sıkışmıştı.

Üzerini değiştirdi. Her zaman ki kalçalarına kadar uzanan, uzun gömleklerinden buz mavisi olanı giydi. Siyah kotunu da giydikten sonra özensizce saçlarını topuz yaptı. Telefonunu cebine koyarken Mert'in arayıp aramadığına bakmadan edemedi ve sonuç beklediği gibi tabi ki aramamıştı.

Odadan çıktığında kahvaltı hazırlamak için mutfağa indiğinde Gönül'ü ve Hüseyin'i kahvaltı yaparken buldu. Zorlukla gülümseye çalışarak "Günaydın," dedi.

"Günaydın güzel kızım gel otur kahvaltı yapalım," diyen Gönülle biraz daha gülümsemesi yayıldı yüzünü.

"Aslan Bey'in kahvaltısını hazırlamam gerek."

"Aslan Bey sabah erkenden çıktı."

Bu sefer konuşan Hüseyin'di. Bir an ne diyeceğini bilemedi Duygu. Aslında rahatlamıştı biraz da olsa. Sabah yaşadıklarından sonra bir de onunla karşılaşmak istemiyordu. Hem akşama kadar düşünmeliydi. Belki de haber vermeden çekip gitmeliydi. Neden açıklama yapacaktı ki? Üstelik Aslan ile tekrar karşılaştığında kendini tutamayıp her şeyi söyleye de bilirdi. Bunu düşünmek bile tüylerinin diken diken olmasına neden oluyordu.

Dikkat çekmemek adına oturup zorlukla kahvaltı yapmaya çalıştı. Ama bir türlü yiyemiyordu. Ağzına aldığı her lokma büyüyor, bitmiyordu. Kendini berbat hissediyordu. Kimsesiz... Yapayalnız. Üstelik bir de işsizdi artık.

Kafayı yemek üzereydi. Bu evde kaldığı her saniye onu biraz daha rahatsız ediyordu. Hızla oturduğu yerden kalktı.

"Ben..." dedi kendine şaşkın bir şekilde baka yaşlı çifte bir süre ne diyeceğini bilemedi. Yalan söylemek istemese de mecburdu buna. "Bu gece bir arkadaşımda kalacağım, Aslan Bey'in bilgisi var."

"Tamam, kızım," diyen Gönül ona gülümserken Hüseyin sadece başını sallamakla yetinmişti. Daha fazla vakit kaybetmemek adına her ikisinin de yanağına birer öpücük bırakarak odasına gitti. Valizini hızlı bir şekilde hazırlayarak odasından çıktı. Eve son kez öylesine bir bakış attıktan sonra dış kapıdan çıktı. Korumalar ona garip bir ifade ile bakıyorlardı lakin umursamadı. Bahçeden en dış kapıya ulaştığın da o ilk gün ki kel olan koruma yine ona tüm acımasızlığı ve heybeti ile bir böcek gibi bakarken "Nereye gidiyorsunuz Duygu Hanım?" diye sordu.

"Bir arkadaşıma gidiyorum."

Birilerine açıklamak yapmaktan nefret etse de buna mecburdu. Bu belaların hepsini kendine bulaştıran bizzat kendisiydi.

"Aslan Bey'in bilgisi var mı?"

Aslan Bey'in hizmetçisi değil de sevgilisiymiş gibi sorgulanmak hiç hoşuna gitmiyordu. Yine de tüm laf sokan cümlelerini kendine saklamayı tercih ederek sadece başını salladı. Adamın gözü bir an valizine takıldı ve daha sonra tekrar ona döndü.

"Aslan Bey'i aramam gerek."

İşte şimdi bitmişti. Fatiha okumaya başlamalıydı. E, bu zamana kadar ki günahlarıyla cennet ona biraz hayaldi. En azından belki cehennemde daha az zaman geçirirdi.

Karşısında ki adamın bir süre telefonu kulağında tutmasını bekledi. Yanlarına bir iri yarı koruma daha gelmişti.

"Sorun ne?"

"Duygu Hanım bir arkadaşına gidiyormuş ve Aslan Bey'in haberinin olduğunu söylüyor."

"Sen ne yapıyorsun peki?"

"Emin olmak için Aslan Bey'i aradım fakat kapalı telefonu."

"Bugün önemli bir toplantısı vardı. Bakmaz. Hanımefendi gidebilir."

"Sıkıntı olmasın?" diye soran kel hala soru dolu gözlerle bana bakıyordu. O an yanında diğer korumanın alaycı gülüşü dudaklarında belirdi.

"Sıkıntı olursa Duygu Hanım'ı dakikasında buluruz. Hem eminim bir sıkıntı olmaz değil mi Duygu Hanım?"

Ah, bir bilselerdi en büyük sıkıntının şu an karşılarında durduğunu. Bilmiyorlardı tabi. Bilmemelerini de tercih ederdi hayatının geri kalanını sağ salim geçirebilmek için. "Evet," derken ki ses tonunu kendisi bile tanıyamaz bir haldeydi. Daha fazla uzatmamak adına konuyu olabildiğince sakin ve hızlı adımlarla yürümeye başladı. Taksi durağı bir alt sokaktaydı ve oraya kadar yürümesi gerekti. Ama her şeyden kurtulacaksa buna razıydı. Hayatını öyle bir noktaya getirmişti ki dönüp baktığında kendisi bile inanamıyordu. Zira hiçbir insanoğlu kendi hayatını bu kadar mahvedip, tehlikeli bir hale sokamazdı.

Durağın önüne gelip taksiye bindiğin de içi biraz daha rahatladı. Evet, ilk kısmı atlatmış sayılırdı sırada diğer rauntlar vardı. Belki biraz canı yanabilirdi ama en az zararla atlatmayı umuyordu.

Taksinin evin önünde durması ile hemen cebinde ki suyunu çekmek üzere olan paradan uzattı ve koşar adım eski apartmanına girdi. Küçücük dairesinin önüne geldiğinde ise artık sevinçten ağlamak üzereydi. Evet, başarmıştı. Sonunda evindeydi. Huzurlu yuvasında... Kapıyı açıp içeri girdiğinde daha önce evi ile ilgili ettiği tüm şikâyetler için utandı. Mahcup bir ifade ile bir süre duvarlarla bakıştı. "Tamam, özür dilerim," diye fısıldayarak tekrar eski mutlu haline döndü. Sonunda özgürdü.

Bütün gününü eşyalarını yerleştirip, evini temizlemek ile geçirmişti. En son acıktığını fark edince mutfağa girip makarnaları haşlanması için sıcak suyun içine bırakıp kendisi de duşa girdi hemen. Duştan çıktıktan sonra üzerine turuncu salaş bir tişört altında siyah bir tayt giymişti. Saçlarını da kuruttuktan sonra örerek omzundan aşağı bıraktı.

Haşlanmış makarnalarını salça ile buluştururken de hala mutluydu. İçten içe olacaklardan korksa da şu saate kadar bir sıkıntı çıkmadığı için rahatladı. Belki de Aslan da ondan kurtulduğu için mutluydu. Mert'in neden aramadığını da az çok biliyordu. Bu işi bırakacağını düşünmediğinden aramamıştı. Ama birkaç gün içinde gerçeği görüp fazlasıyla pişman olacak.

Pişen makarnayı tabağına koyduktan sonra dolaptan aldığı hazır turşudan da başka bir tabağa koydu. Kendine güzel bir keyif için her şeyi hazırlamıştı. Şimdi de bu keyfin tadını çıkaracaktı. Büyük kararlar almıştı. Bu kararlarını da vazgeçmeden uygulayacaktı. Bu yaşına kadar hep iyi bir gazeteci olmak istemişti ama olmuyordu işte. Zorlamayacaktı. İlk bulduğu düzgün bir yerde işe başlayacaktı. Mert zaten onu bu yaptığından sonra kovardı, kovmasa bile oraya gitmek gibi bir niyeti yoktu.

Kapı zilinin çalınması ile olduğu yerde titredi. Onun zili bir ay ortasında çalınırdı o da ev sahibi tarafından. Şimdi bu neyin nesiydi? Derin nefesler aldı. Zil bir kez daha çaldı. Mutfaktan çıkıp kapıya doğru ilerledi. Dürbünden bakmadan önce bir kez daha nefes aldı ve gördüğü kişi ile elleri korkuyla kalbini buldu. Ölmüştü. Gerçekten ölmüştü.

"Duygu o kapıyı hemen aç! Bana kırdırma!"

Aslan'ın inine girdikten sonra ondan kaçabileceğini düşünecek kadar aptaldı işte. Birazdan ölecekti. Son duasını ederek kapıya uzandı. Hayatı kısa da olsa güzeldi. Ve şimdi hayatının final sahnesindeydi.

-

Merhabalar :) Fuara gidenleri kıskandığımdan oturup bölüm yazayım dedim :D Evet, bende gitmek istiyordum :( ama bu sene nasip olmadı ne Ankara ne Adana :) Ama seneyeeee :D Her ikisi de nasip olur inşallah :)

İnstagram hesabım : dilektaygun takip :) Seviliyorsunuz ♥

Ateş BöceğiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin