Ansızın Gelen Mektup

51.3K 3.5K 1.4K
                                    

Multimedia: Chlöe Howl - Magnetic


Pas tutmuş gibi kızıl, tortulanmış kayalar titrek alevlerle canlanmış gibiydi. Büyüyüp küçülen gölgeler gözümle oynuyordu.

Arkamdan ürpertici sesler geliyordu. İçime korku salan, beni hiçbir şeyi düşünmeden kaçmaya iten inlemeler ve çığlıkların geldiğini yöne bakıyordum. Her seferinde olduğu gibi yine kaçmıyordum, kaçamıyordum.

Döndüğüm yerde derinlere doğru uzayan bir yol görüyordum. Sarkıtların üstünden kana benzer kızıl suların aktığı, derinleştikçe koyulaşıp zifiri karanlığa boğulan ve asla sonu yokmuş gibi görünen bir mağaradaydım.

Nereden geldiğini anlamadığım ateşin ışığı önümde sürünerek ilerleyen iki yaratığı görmemi sağlıyordu. Biri kambur bir adam gibi görünüyordu ama kahverengi derisi bir kurbağanınki gibi nemli ve lekeliydi. Diğeri pullu derisiyle devasa bir yılanı andırıyordu.

Yüzlerini göremiyordum. Sadece çakmak çakmak parlayan kırmızı gözlerini seçebiliyordum.

İçimden çığlık çığlığa bağırıyor, kaçmak için görünmez tırnaklarla gözlerimin arkasını eşeliyordum. Ne var ki milim kıpırdamıyor, çaresizce onları izliyordum.

Işıklar azalıyordu. Korkudan kalbim duracak gibi geliyordu. Bir şeylere tutunmaya çalışıyordum ama amansız bir karanlık çukura çekiliyordum.

...

Nefes nefese uyandığımda parmaklarım hayatı buna bağlıymış gibi çarşaflara sıkı sıkı sarılmıştı. Göğsüm şiddetle inip kalkarken alnımdan iri ter damlaları aşağıya kayıyordu.

Sakinleşmek için birkaç dakika öylece beklemem ve öğlen güneşi olduğunu tahmin ettiğim parlak ışığın sımsıkı kapadığım perdeler arasından sızan şeritlerini seyretmem gerekmişti.

Son zamanlarda git gide sıklaşıyor, diye geçirdim içimden.

Susuzluktan çatlamış dudaklarım ve kupkuru ağzımla elim komodine uzandı ama boşta kaldı. Ne zaman geceden baş ucuma bir bardak su getirmeyi akıl ettim ki?

Amansız yaz sıcağına nispeten yaparmış gibi bacaklarıma doladığım pikeden çırpınarak kurtuldum. Annem yine fatura çok gelmesin diye klimayı açmadan çıkıp gitmişti. Zaten zavallı Erin'i düşünen kimdi?

Yalın ayak odamdan salona yürürken klimayı en soğuk derecede açıp önünde artık havale geçirmediğime ikna olana dek bekledim. Ardından Amerikan tipi mutfağımıza ilerleyip buzdolabından bir sürahi çektim ve arka arkaya üç bardak suyu kana kana içtim. Beni bu kadar susatan dünkü Çin yemekleri mi yoksa terleye terleye kaybettiğim onca sıvı mıydı emin değildim. Ama bildiğim bir şey vardı, o da tüm bunların üstüne yalnızca hafif bir kahvaltıyı kaldırabileceğimdi.

Carmen'in kilo takıntısı yüzünden alıştığım yulaf lapasını hazırlamaya başladım. Ocağın önünde sakin sakin çalışırken dünkü olaylar sanki hiç yaşanmamış gibi bir şarkı bile mırıldanıyordum.

Kıvamını bulmuş lapanın üstüne biraz meyve doğramak için buzdolabına yöneldim. O ana dek üstüne iliştirilmiş pembe post-iti fark etmemiştim. Annem bana bir not bırakmıştı.

'Erin, uyuyorsun diye uyandıramadım. Neden gece Carmen'lerde kalmadın? Bir şey mi oldu? Akşam eve gelince konuşuruz. Annen.'

Doğru, bu küçük ayrıntıyı unutmuştum. Dün geceyi tamamen aklımdan çıkarma çabalarım yüzünden olmalıydı.

İç geçirdim. Ne diyecektim yani? 'Dün büyülü varlıklar tarafından sıkıştırıldım, hatta biri beni evime kadar takip etti' mi? Aşırı gerçekçi annem bunu söylersem tüm fantastik kitaplarıma el koyabilirdi.

Hekate'nin Kızları - KitapHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin