16.Bölüm...

Começar do início
                                    

Yanağında çıkan belli belirsiz gamze yüzündeki bazı noktaları pürüzlendirse de yine de yakışıklıydı. İl sung’un masum bakışlarına; çocuksu yakışıklılığına inat bu adamda ki ben kötü, yürüyen karizma havaları iki farklı erkeği bir arada tutuyordu. İl sung’un bakışlarının kendi ile buluştuğunu fark ettiği an şaşkın bakışlarını adama çevirip başıyla yavaşça selam verdi.

“Abi bu arkadaşım jessica. Amerikadan ziyaretime geldi. Bende buraları gezdirmek için…”

“demek Amerika’dan geldiniz. Güzel ülke… Nerede yaşıyorsunuz?”

İl sung’un sözünü kesip bakışlarını hatta sözlerini doğrudan kıza yönelten adamdan adeta farklı ifadeler tonla tiplemeler akıyordu. Hye su bir adım geri atıp adamla kendi arasında sandalyeyi bırakarak “Amerika güzel bir ülke bile olsa da bazen küçük olabiliyor…” dedi.

Kaldığı yeri yaşadığı zamanı söyleme niyetinde değildi. Karşısında ki adamın hafifçe kıvrılan dudaklarıyla bedeni yeniden korku ile titredi. Adam sanki kızla oyun oynamak için gelmiş gibiydi. Elini erkek kardeşinin omzuna yerleştirip bakışlarını kısa süreliğine kızdan çekip “Ben biraz dinleneceğim ufaklık…” dedi ve daha sonra bakışlarını yenden hye su’ya çevirip konuşmasını sürdürdü…

“Görüşmek üzere jess…”

**

“Bu da neyin nesiydi şimdi?” diye çıkıştı hye su; il sung’a. kimsenin gelmeyeceğine, kimsenin kendisini bulayacağına inandırdığı anda abisinin gelmesi sinirlerini germişti. Germekten öte korkudan altına kaçıracaktı. İl sung gayet rahat bir şekilde ayağını karşıda ki sandalyeye uzatıp kızın çıkışmalarına gelişi güzel cevap veriyordu.

“burası onunda evi jessica. Hatta burası onun evi ve sen…”

“Kimse olmayacağını söylemiştin bana. Her şeyi geçiyorum Jess mi? Bana Jess diyebilecek samimiyeti nereden buluyor?”

“Biraz abartmıyor musun jessica?”

Ellerini yüzüne siper edip son sabır kırıntılarını dişleri arasından bırakırken söylemişti il sung bu sözleri. Kızın öfkeli çıkışlarına, sessiz bağırışlarına tahammülü kalmamıştı. Kızın şaşkın bakışlarına bakmadan oturduğu yerden kalkıp arasını döndü. Böylesine yersiz bir konu için tartışmaya gerek duymuyordu.

“Abartıyorum öyle mi?”

Hye su’nun ani bağırışıyla bakışlarını kıza çevirip başıyla onayladı. Onun bu tür alınmalarına göz yumacak biri de değildi. Bu yüzden sırtını kıza dönüp eve girdi. Umursamaz tavırları ile kızı şaşkına çevirdiğinin farkındaydı ama hiç tanımadığı bir adamın yanında kalmayı tercih etmiş en önemlisi de yatağına girmişti. Bu da ona gereğinden fazla düşünmesi için sebep veriyordu.

Bu yüzden hye su bir süre şaşkın şaşkın arkasından baktıktan sonra kalktığı yere oturup öfkeyle soludu. İl sung’un böyle davranacağını asla tahmin etmemişti. Başını masaya koyup bir süre düşünmeye çalıştı. Ama ne kadar uğraşırsa uğraşsın o adamın kendine doğru yürüyüşü geliyordu aklına.

Korkunç bir ifade vardı yüzünde kendisine gülümserken kıvrılan dudakların da bile farklı ifadeler anlamlar vardı. Başını masadan kaldırıp sarı saçlarını gözünün önünden çektiği an gördüğü şeyle şaşkınlığa uğradı. Esmer ten gerçekten gözlerinin önündeydi. Elini yüzüne yerleştirmiş hafifçe kendisine gülümseyen adamın bakışlarında ki alay gözle görülür şekilde de belirgindi.

Saçlarını geriye itip sakin kalmaya çalışarak “Bir şey mi vardı?” diye sordu. Kendisine bakıyor olması bile geriyordu kendisini.

“Kendi kendine konuştuğunu biliyorsundur umarım…”

“Ne?”

“bağırışların uykumu bölüyor biraz sessiz olsan ne olur?”

Hye su duyduğu şeyle iyice şaşkınlığa gömülürken bakışları adamın üzerine kaydı. Dikkati adamın yüzünde olduğu için fark etmemişti ama şimdi adamın üstünün olmadığını görüyordu. Belirgin kasları baklava dilimleri halinde özenerek vücuda yerleşmiş gibi dururken hye su zorlukla yutkunup oturduğu yerden hızla kalktı. Güzel görünümü adamın göğsünde ki belirgin yara bile bozamıyordu. Bu adamın bir anda çıkıp gelmesi hiç iyi değildi. Hafif esmer ten insana hayretlik verse de zehirli bir yılan olduğunu bildiği için kaçması gerekti hye su’nun.

Masanın etrafından dolanıp “Müsaadenizle!” dedikten sonra gideceği an adamın bileğini yakaladığını hissetti. Henüz adını bile bilmediği bir adam elini tutuyordu. Hem de kalbini ve bedenini verdiği adamın abisi. Midesinin bulandığını hissetti ve hızla elini adamın elinden çekip “Bir şey söyleyecekseniz adımı biliyorsunuz seslenmeniz yeterli!” dedi. Sesinde tam istediği sert tını vardı. Adam kollarını baklava yığını göğsünde düğümlerken yine dudakları alayla kıvrılmış bakışlarında bir keskinlik oluşmuştu.

“peki, sen benim kim olduğu mu biliyor musun küçük hanım…”

“Kim olduğunuz beni ilgilendirmez. Sizinle bir muhataplığım olamaz. Evime geri döndüğümde sizi görmek gibide bir niyetim olmayacak bayım!” dedi hye su öfkeyle solurken. Bu adamın konuşmasına bile tahammülü yoktu. Bakışlarını adamdan çekip tam eve yöneleceği an yeniden bileğinden yakalanıp durdurulmuş bu sefer zorla çevrilmişti. Hye su öfkeyle bağırıp “Ne yaptığınızı sanıyorsunuz siz!” diye çıkışırken adam biraz daha kendine yaklaşıp fısıltıyla kulağına bir şeyler mırıldandı.

Geri çekilip hye su’nun gerilen yüzüne baktığında keyiften dört köşe olmuştu bile. Alayla gerilen dudakları yavaşça kızın dudağının kenarına değdirirken anın tadını çıkarmakla meşguldü…

BÖLÜM SONU…

KAÇAK GELİNOnde histórias criam vida. Descubra agora