15.Bölüm...

202 5 0
                                    

Hana yavaşça gözlerini açıp etrafına bakındı. Başı deli gibi sızlıyordu. Eli yavaşça başına gittiğinde bir koltukta oturur vaziyette olduğunu fark etti. Hızla toparlanıp bir kez daha etrafını kolaçan ettiğinde şaşkınlıkla ağzı açılmıştı. Ne olmuştu ona. Koltuğun hemen karşısında duran büyük beyaz kapı gıcırdayarak açıldığında tüylerinin diken diken olduğunu hissetti.

Bu evi biliyordu. Yıllarca bu eve young jea ile gelip gitmişti ama kendini gergin hissediyordu. İçeri süzülen birini fark etti ilk. Görüş alanı baş ağrısı yüzünden olsa gerek biraz pusluydu ama onu hemen tanımıştı. Hızla ayağa kalkıp “young jea.” Dedi. İçeri endişeyle girmiş genç adamın ona doğru hızla gelişiyle olduğu koltuğa geri çökmüştü. Bacakları uyuşmuş, karıncalanıyordu.

Gözlerine dolan endişe dolu yaşları bastırmaya çalışarak derin nefesler almaya çalıştı. O sırada young jea ona ulaşmış ve kızın kollarını kavramıştı. Yere değen dizleri bile titriyordu young jea’nın ve hana bunu çok iyi hissediyordu. Korku dolu gözlerle kollarını kavrayan adama baktı. Neler olmuştu doğru düzgün hatırlamıyordu.

En son chin ho’nun yanındaydı. Ama daha sonrasını hatırlamıyordu. Fısıltı ile “Neler oluyor” dedi. Kalbi korkudan patlamak üzere gibiydi. Kabarmış ve ciğerlerine baskı yapmıştı. Sanki iç organları yer değiştirmiş gibiydi. Kalbi yukarı çıkmış göğüs kafesini zorluyor gibiydi. Aldığı derin nefesler arasında yineledi sözlerini.

“neler oluyor.”

“şşşşş… Geçti. Her şey yolunda hemen buradayım; yanındayım. Şimdi seni buradan çıkaracağım. Korkma…”

Kendinden emin konuşan young jea’nın bile sesi titrerken hana buna inanamadı. Başını iki yana sallayıp “ne oldu!” diye diretti. Bir şeyleri bilmeye hakkı vardı. Nasıl oldu da hye su’nun evine gelmişti. Kollarını kavrayan young jea’yı sarsarak sorusunu diretmeye devam etti. Bir şeyler olduğu belliydi. Hye su ya yardım ettiği için başına bir şeyler geldiğini görebiliyordu ama ne?

Young jea’nın hızla ayağa kalkışı üzerine kalkmak zorunda kaldı. İşte o an onun burada ne işi olduğunu düşünmeye çalıştı. Elini kolunu sallayarak buraya girmesi imkânsızdı. Ziyaret için bile izin alınarak gelinirdi ama şimdi ki durum da onun bu eve girişi imkânsızdı. Girse bile ancak…

Aklına gelen şeyle gözleri irileşti. Ona bir şey olma ihtimaliyle yüz yüze geldiği için şimdi nefes bile alamıyordu. Kolunu ellerinden kurtarıp “Sen ne yaptın” diye bağırdı. Düşünceler beyninde koşu yarışına girmiş gibiydi ve hiçbirine yetişemiyor; yakalayamıyordu.

**

“Neredeydin sen?” dedi hye su kollarını düğüm yapmış bir ayağını da yere vurarak. Sesi hem öfke hem de endişe ile çıkıyordu. İl sung çamurlu çizmelerini çıkardıktan sonra dışarıyı işaret ederek “Bahçede.” Dedi. Onun korkmuş hali biraz olsun komik gözüküyordu şimdi gözüne.

Çizmelerini çıkarıp kollarını hye su’ya dolayarak “Neden korkuyorsun ki? Kimse bizi burada bulamaz.” Dedi. Kızın endişeli tutumlarını fark edebiliyordu ve bu endişenin yersiz olduğunu kanıtlama isteğiyle doluyordu.

Hye su da başını il sung’un omzuna yerleştirip fısıltıyla “Korkuyorum.” Dedi. Babasından belki de ilk kez bu kadar korkuyordu. Bakışlarını il sung’a çevirip “Sende korkmuyor musun?” dedi. Korkmalıydı. Babası ona da zarar vermişti çünkü. Ama beklediği cevabı alamamıştı.

İl sung güçlü bir erkek gibi kollarını hye suya daha sıkı dolayıp “ben kimseden korkmam.” Dedi. Hemen arkasından kollarını gevşetip hye su’yu omuzlarından uzaklaştırarak kızın yüzüne baktı. Onun güzel ten rengine anlaşılmaz bir özlem duymuştu. Kızın Dudaklarını dudaklarının arsına aldı. Onu koruyan bedeni ile daha bir güven de hissetti kendini hye su…

**

“Acıktın mı?”

Hye su yavaşça gözlerini açıp hemen yanında oturan adama baktı. Sesini duyduğu saniye uyanmıştı. Açık kahve gözlerle buluştuğunda ise hafifçe gülümseyip başını salladı. Kolu üstünde azıcık doğrularak kırık bir sesle “Hem de kurt gibi.” Dedi. Aynı anda il sung’un muzur bakışlarıyla burun buruna geldi ve belki de hiç beklemediği bir tepkiyle baş başa kaldı.

“Güzel o zaman hadi kahvaltı hazırla.”

Bir süre hye su söyleneni anlamadı. Şaşkın şaşkın baktı yüzüne. Aslında şaşırmamalıydı ilk tanıştıklarında da kahve ister misin dedikten sonra mutfağı işaret edip “git kendin al o zaman” demişti. Ama yine de şaşırmaktan kendini alamıyordu işte.

Zoraki de olsa “Ne?” diye bildi hye su. Bakışlarında ki şaşkınlığı ise saklayamıyordu. Romantik bir adam olup kendisi hazırlayamaz mıydı? Derin bir nefes alıp onun çarpıcı gülümseyişine karşılık söylene söylene yataktan kalkıp “Ne stersiniz beyefendi?” dedi. Aynı anda da kapıya doğru yönelmişti bile.

İl sung’un arkasında güldüğünü hissedebiliyordu. Ayaklarını yere vura vura aşağı inip mutfağa girdi. Kendine sövmekten de geri duramıyordu. Bir oduna âşık olmakta neyin nesiydi ki? Tezgâhın hemen karşısındaki pencereye çevirdi bakışlarını. Bahar ayının en tatlı görüntüsü hemen önünde duruyordu. Kiraz çiçekleri pencerenin önünü tarifi imkânsız bir şekilde süslemişti. Hafifçe gülümseyip böyle güzel bir ev de kimin yaşadığını merak etti hye su.

Ağır hareketlerle de olsa kahvaltıyı hazırlayıp bahçede ki masaya özenle yerleştirdi bir bir hazırladıklarını. Masayı süsleyen kiraz çiçekleriyle muhteşem bir görüntü kazanıyordu. Bakışlarını yukarıda ki pencerelerden birine kilitleyip “hey sen odun vari yaratık in aşağı.” Diye bağırdı. Masaya inat davranışları belki de hiç romantik değildi. Aynı anda kulağına dolan güçlü kahkahayla öfkeyle baktı hye su. Ama bakışlarını kahkahanın geldiği yöne çevirdiğinde beklemediği bir şey vardı.

İl sung elinde beyaz kocaman bir buketle karşısında dikiliyordu. Son derece yakışıklı duruyordu. Kusursuz teninde bir çizik dahi yoktu. Hye su ne olduğunu anlamadan üzerinde ki micky maus pijamalarına baktı. hafifçe dudak büzüp “Haksızlık ama bu…” dedi. il sung’un oyununa gelmişti. Keyifle elinde ki çiçekleri kapıp “bunları neredene buldun” diye sordu. Hiç olmadığı adar heyecanlanmıştı. Masaya kurulup keyifle kahvaltılarını yaptığın da hye su 32 dişini göstererek sırıtıyordu.

Önünde ki yeşil çayından bir yudum daha olduktan sonra bakışlarını kıza çevirdi il sung. Sakin bir sesle “jessica.” Dedi. Gülleri koklamakla meşgul olan kızın yüzünü dikkatle inceliyordu. Bundan bir saat önce televizyonda bu yüzün aynısını görmüştü. Hye su bakışlarını güllerden çekip dikkatle il sung’a baktı. Sesinde ki sakinlik bile huzursuzluk hissetmesine sebep oluyordu. Aynı sakinlikle “Efendim?” dedi.

“Gerçekten kimsin sen?”

“ne?”

“gerçekten kimsin? O koca kafa arkadaşın hakkında hiçbir şey bilmediğimi söylemişti. Kim olduğunu bilmek istiyorum.”

Kollarını masaya dayayarak dikkatle kızın gerilen yüzünü inceledi. Bu sorusundan asla pişman olmayacaktı ilsung. Bu sorunun cevabını almak içinse sabırsızlanıyordu. Bu cevap belki de hiç bu kadar önemli olmamıştı il sung için…

Bölüm sonu…

KAÇAK GELİNHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin