[3]

5.9K 278 3
                                    

Annem küçükken bana kimsenin bilmediği aramızda olan masallardan birini anlatırdı. Küçük kar tanesiyle ilgili kısa hikâyeydi. Aslında onun hikâyesi bizim bildiğimizden çok farklıydı. Kar tanesi acılarla savaşmaktan yorgun düştüğünde sevdiği buluttan ayrılıp kendini aşağı bırakıyordu, salınarak inip başka kar tanelerine karışıyor ama her seferinde aşkı olan buluta geri dönüyordu. Bulut her kar tanesine ev sahipliği yapıyor ama asla gerçekten herhangi birini sevmiyordu, kendine izin vermiyordu.

Annem bana tam olarak böyle anlatmasa da ana hatlarıyla böyle kalmıştı aklımda. Cenk'in omzuna yaslanmış halde bunu düşünmem belki saçmaydı ama kar tanesi olduğumu hissediyordum.

Her seferinde bitti diyordum. Sevmeyeceğim o kalpsizi. Acı çektirmekten başka hiçbir şey yapmadı bana. Hep uzaklaşmaya çalışıyordum ondan, gidiyordum. Yine de bir şekilde tekrar onun önünde buluyordum kendimi. O her kızı severken ben bir tek onu sevebiliyordum. Hayatın acımasızlığından biri de buydu belki de.

Asla sizi sevemeyecek, imkânsız insanlar.

Kayra kötü çocuk değildi belki ama sevemezdi. En azından beni, denememiştim bile onun kalbine sahip olmayı. Sadece hissetsin istemiştim. Ona olan sonsuz sevgimi hissetsin, her şekilde onun yanında olabileceğimi bilsin. Ama Kayra'nın ihtiyaçları bedenseldi, onun duygulara düşüncelere ya da saflığa tahammülü yoktu.

Belki de bu yüzden denememiştim.

Kalbim normal ritmine dönerken annemin başka hikayesini hatırladım. Daha doğrusu hikayeyi anlatmadan önce söylediği bir kaç cümleyi.

''Sevmek güzeldir'' demişti başımı okşayarak. ''Sen seversin, o sevmez ama unutma sevgi o kadar mucizevî bir şeydir ki beklemediğin anda seni bulur.''

Herhalde konuştuklarını anlamadığımı düşünüyordu, bir çocuk sevemez miydi? Ben Kayra'yı çocukken görmüştüm.

Beyaz elbisemi giymiş, parktaki bankta öylece oturuyordum. Aslında oynamamamın nedeni yeni aldırdığım ve kirlenmesini istemediğim kıyafetimdi. Ayaklarımı özgürce sallayarak kahkaha atan çocukları izlediğimi anımsıyorum. O an bankta tek başına oturan, ayaklarını sallayan ama aynı zaman da ağlayan oğlan çocuğunu görmüştüm.

Yanına gitmiş, neden ağladığını sormuştum. Annem melek oldu demişti bana. Elinden tutarak kaydıraklara çekiştirmiş ve bütün gün oynamıştım onunla. Küçük bir kızken bile Kayra için fedakârlıkta bulunmuştum ben.

O zamanlar onu mutlu etme arzusuydu bu. Daha sonra o günü umursamamış ve beni tanımıyormuş gibi yapmıştı Kayra. O zamandan beri nefret ediyordu benden. Neden?

İçimi çekerken daha sıkı sarıldım Cenk'e. Sanki beni kendi düşüncelerimden kurtarabilirmiş gibi. ''Buradayım, bebek.'' dediğinde rahatlama kanımda dolaşarak bütün vücuduma yayıldı. ''Canın yanıyor mu?'' dedim elimi kabuk bağlamış kaşındaki yarasında gezdirirken. Başını sağa sola salladığında merdivenlerin sonuna ulaşmıştık.

''Ondan önce kendine bak,'' diye homurdandı Ezgi anahtarlarını eline almıştı ama öyle çok titriyordu ki kapının deliğine denk getiremiyordu. Burak'ın homurdanarak anahtarları alıp kapıyı açmasını izledim. Gözlerimi kapatmaya çalıştım ama öyle güçlü ağrılarım vardı ki yapamıyordum.

"Cenk" dedim ayaklarımı sallayamaya çalışarak. "Bırak belini ağrıtacaksın eve geldik hem."

Öyle baktı ki dudaklarımı birbirine bastırmak zorunda kaldım. Ezgi kızarmış gözlerini üzerimizde gezdirirken işaret parmağıyla önce Burak'ı, sonra Cenk'i ve en son beni gösterip "Annem halinizi görseydi sizi öldürürdü." dedi.

Ayrılığın RengiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin